31 Ağustos 2010 Salı

kudret kurtcebe (şizofren)...





albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar


melodiler...

01 - intro
02 - şizofren
03 - savaşın babaları
04 - hortum
05 - pasifist
06 - beat
07 - tek başına
08 - aptal kutusu
09 - şöhret
10 - müzik
11 - daraldım
12 - parasal sevgi
13 - ahlâk iflası

devrim ufkunda : sosyalist ve eşcinsel hareket tasavvuru...

1968 süreci ile yeni toplumsal hareket olarak ortaya çıktığından bu yana eşcinseller politik arenada dikkate alınır hale geldi . liberaller , eşcinsel özgürlüğünden demokrasinin gereği olarak söz etmeye başlarken emperyalist güçler eşcinsel sorununu başka ülkeler aleyhinde kullanılabilecek bir gündem maddesi yapıyor . özgürlük ve demokrasi söylemleriyle kendisini dünyanın jandarması addeden abd , küba’daki eşcinsellerin sorunlarını , sayısı 1 milyonu aşan evsiz yurttaşlarının sorunlarından daha kayda değer buluyor . küba ise emperyalist dezenformasyona ve karalama kampanyalarına karşın eşcinsellerin toplumsal özgürleşmesinin ilerici kanallarını açıyor .

unutulan ve unutturulan yönleriyle ekim devrimi

son on yıl içerisinde gündeme gelen eşcinsel belediye başkanlarıyla , bakan ve diplomatlarıyla avrupa birliği’nin özgürlükler beşiği olduğu işaret ediliyor . oysa anımsamakta fayda var ; ezilenlerin ve işçi sınıfının ilk muzaffer devrimi ekim devrimi , eşcinselliğe yönelik yasakları devrim yasalarıyla ortadan kaldırdığında yıl 1917’ydi . avrupa birliği’nin totaliterlikle mahkûm ettiği sovyet rusya’nın dışişleri bakanlığı görevini 12 yıl boyunca yürüten georgiy çiçerin açık kimlikli bir eşcinseldi ve kendisi dışişleri halk komiserliği görevine seçildiğinde yıl 1918’di .

komünist parti’de yaptığı eşcinsel özgürlüğü temalı konuşmalarıyla bilinen inesse armand , moskova sovyet’inde yöneticiydi ve sovyetler birliği , alman faşizminin iktidarı almasıyla kapattığı eşcinsel haklarının ve homofobinin tartışıldığı berlin merkezli ''cinsellik bilimi enstitüsü''ne ilk delegesini yolladığında yıl 1920’ydi . yönetime doğrudan katılım cinsiyet ve cinsel yönelim fark etmeksizin herkes için eşit ve mümkündü .

sinema dehası s. eisenstein , piyanist richter , tenor lemeshew , ölümü ardından kızıl ordu’nun kurucusu troçki’nin hakkında duygulu bir biyografi kaleme aldığı şair sergei esenin ve aynı zamanda bakan çiçerin’in ilk sevgilisi olan şair mikhail kuzmin , sovyetler birliği’nde yaşamış ve devlet tarafından türlü destek görmüş eşcinsellerden yalnızca birkaçı .

yani kimi liberallerin iddia ettiği ve kimilerinin inandığı gibi sosyalizm eşcinseller için bir cehennem olmamıştır . devrimin kadroları da , eşcinselleri hasta ve rehabilite edilmesi gereken mahlûklar olarak görmemiştir . bugün eşcinsel bir şairin ölümünün ardından içli bir yazı kaleme alacağı düşünülebilen bir genelkurmay biliyor musunuz ? bununla birlikte de adını andıklarımın dışında sosyalist kültür ve bilimin gelişimine eşsiz katkılar sunan daha pek çok kişinin de aynı zamanda eşcinsel olduğunu bilmek gerek .

1917 ekim devrimi , eşit , özgür , sömürüsüz ve barışçıl bir yaşamı yaratma arzusunun , bu devrimci idealleri dünyanın tüm halkları ve ezilenleri için politik olarak hayata geçirme iradesinin ürünüydü . fakat devrim , lenin’in de kaygılandığı üzere avrupa’ya yayılamadı . sovyetler birliği’ni çevreleyen kapitalist hegemonya , sovyet sosyalizminin yükselişini kesmek için başta almanya’da olmak üzere faşizmi besledi . kapitalist hegemonya ve nazi faşizmiyle mücadelesinde kızıl ordu 10 milyon askerini yitirdi ; fedakâr sovyet halkı ise başta leningrad’da olmak üzere faşizme karşı verdiği onurlu mücadelede 11 milyon insanını yitirdi . karşılığında kazanılan zafer , dünya halklarına bir armağan olarak milyonlarca yahudi’nin , yüz binlerce eşcinselin katledilmesinden sorumlu olan nazi faşizmini tarihin çöplüğüne gömdü . hitler ve eşi , yenilgiyi kabul ederek intihar etmek zorunda kaldılar .

devrimin yayılamamasına ek olarak gelen ağır savaş koşulları -ve ardından soğuk savaş- kuşkusuz ki sovyetler’in bürokratikleşmesine ve deformasyonuna yol açtı . bugünün liberal koşullarından ve bugünün tarihsel aklından , sovyetler birliği’nin ''eşcinselleri baskıladığını'' söylemek en kibar tarifiyle tersinden anakronizmdir . bununla birlikte bu dönemden sonrasını esas sosyalizm diye belleyen sosyalistler içindeki küçük bir azınlığın , eşcinselliği tedavi edilesi bir sapkınlık olarak görmeleri konumlandıkları tarih-dışılığın anlaşılması bakımından önemlidir . unutmamak gerekir ki tek bir eşcinsel tipinin olmadığı gibi tek bir sosyalistlik de yoktur...

eşcinsel hareketin sol politizasyonu ve radikalizasyonu

sovyetler’in yıkılmasıyla liberalizm zaferini ilan etti ; devletler eğitim , sağlık , ulaşım gibi en temel kamu teşebbüslerini özel şirketlere devrettiler ; işsizlik , yoksulluk , evsizlik , sosyal güvencesizlik ve sömürü kapitalizmin tarihinde hiç olmadığı kadar arttı . yeni dünya düzeniyle insanlık hiç olmadığı kadar mutsuzluk , güvensizlik , yalnızlık , huzursuzluk , yabancılaşma , ruh hastaları ve hastalıkları üretir hale geldi . yeni insan modeli , varoluşunu depresyon ilaçları ile kişisel gelişim külliyatı arasında anlamlandırmaya başladı . kurumsal sosyal sorumluluk adı altında şirketler doğaya , eşitsizliklere , yoksulluğa , eğitime , sağlığa olan hassasiyetlerini projeleriyle yarıştırmaya başladılar . toplumsal hareketlerin devrimci ve radikal ufku , yeni dünya düzeninin sivil toplumculuk anlayışıyla köreltildi...

1968’in devrimci kabarışı içinden çıkan diğer tüm sosyal hareketler gibi eşcinsel hareket de bu sivil toplumcu atmosfer içinde depolitize oldu . ekolojistler için kurulan milyon dolarlık yeşil pazar gibi eşcinsellere yönelik kurulan milyonlarca dolarlık pembe pazarda geyler kabul edilmenin konformizmini yaşadılar , elbette ücreti karşılığında . sistem , bekâr , yalnız yaşayan , tüketim alışkanlıklarını kendisi belirleyen eşcinselleri tüketici olarak yaratırken gey yaşam kültürü de küresel ölçekte işlerlik kazandı .

bu tarihsel arkaplanın anlamlandırılması , radikal ve politik bir eşcinsel hareketin koşulları aynı zamanda . bunlar şu başlıklarla somutlaştırılabilir :

a-) ötekilik felsefesinin reddi
b-) burjuva eğilimlerin reddi
c-) gey ekonomi politiğinin reddi
d-) diplomatik araçsallaştırılmanın reddi
e-) homofobiklikle mücadelenin aşılması

bu kapsamdaki fikirlerimi artık özetleyebilirim . bir kanundur : ötekileştirmemek mümkün değildir . tüm ötekileştirmeler reddedildiğinde , ötekileştirmeyi reddetmeyenler ötekileştirilmiş olur . biz her zaman bir öteki’ye ihtiyaç duyduğu için ötekileştirme diyalektik bir kanundur .

buna karşın eşcinsellerin ötekileştirildiğinden söz edilir , bu ötekileştirmenin gündelik yaşamdaki ya da medyadaki tezahürleri alınıp söylemsel analizler yapılır . ötekilik üstüne yığınla kitap yazılır , konferanslar düzenlenir , atölyeler kurulur . öteki olmak ezilmenin metafizik olarak ifade edilmesi haline dönüşür . herkesin birbirine öteki olduğu bir düzlemde ezilmeye karşı mücadele nasıl tanımlanabilir ? buradaki mesele , politik olarak neyin ve kimin öteki olarak tanımlandığı ya da tanımlanacağıdır .

politik , sınıfsal , etik , estetik , yaşam tarzı , dünya görüşü , etnik kimlik , renk , dil ve din açısından hiçbir ortak yönü olmayan eşcinselleri bir sosyal küme kılan tek ortaklıkları üyelerinin hemcinslerine ilgi duyanlardan oluşmasıdır .

dolayısıyla eşcinsellerin kendi içinde sayısız ötekileştirme dinamiği vardır : kürtleri ötekileştiren eşcinsellerle kürtleri ötekileştirmeyen eşcinseller , kadınsı eşcinselleri ötekileştirenlerle kadınsı eşcinselleri ötekileştirmeyen eşcinseller vs. , ve bunların sayısız korelasyonları . bu bağlamda burada politik olarak sorun eşcinsellerin ötekileştirilmesi değil , devrimci bir toplumsal dönüşüm ekseninde eşcinselin nerede konumlandığıdır , sorun bizin kim olduğu sorunudur...

her modern sosyal harekette olduğu gibi eşcinsel hareket içinde de işçiler ve burjuvalar vardır . eşcinsel hareket içindeki bu iki eğilimden ilki yeni müttefikler ararken toplumdaki diğer ezilme ve sömürü biçimlerini sorgulama eğilimi gösterir ve bu giderek sisteme karşı diğer müttefiklerle beraber devrimci bir başkaldırıya yol açar . eşcinsel hareket içindeki burjuva eğilimler ise başka ezilme ve sömürme biçimlerini problematize etmez . burjuva eşcinsel hareketi reformist talepleriyle kapitalist sistemi ideal seviyesine çeker , ona gençlik aşısını vurur .

burjuva eşcinsel hareketinin ufkuna denk düşen karşılığı kapitalizm , pembe ekonomiyi ve gey yaşam kültürünü palazlayarak vermiştir . bu bağlamda gey yaşam kültürünün geyi ile ayrışmak , bölünmek ve ötekileşmek ; eşcinsel hareketin içindeki reformist-burjuva eğilimlere set çekmek sol radikalizasyon için farzdır .

işçi hareketi nasıl ki devrimci işçi hareketine dönüşmesi için toplumun diğer tüm gayri-memnunlarının taleplerini dikkate almak zorundaysa eşcinsel hareket de , eşcinsel hareket olmak için eşcinsel hareket olmaktan çıkmak ve diğer ezilme-sömürülme biçimleriyle rabıta kurmak zorundadır .

ötekilik felsefesinin bir başka varyantı da fobik oluşlara dertlenmektir . homofobiyle , bifobiyle , transfobiyle mücadele edilebilir , ancak bunun politik düzlemde akacağı yer liberalizmin hoşgörü ve çokkültürcülük ideolojisidir . ihtiyacımız olan şey hoşgörü değil , varoluş tarzından ve kimliğinden ötürü hiç kimsenin baskı görmeyeceği toplumsal ve siyasal eşitliktir .

eşitlik mücadelesine yüzünü dönmeyen tüm sosyal hareketler depolitize olurlar . siyasal eşitlik , toplumsal özgürlüğün öncelidir . bu açıdan , bir psikiyatri terimi olan homofobi politik tasavvurdan çok bir küçük grup rehabilitasyonunu gerektirir , bu da sosyal hareketlerden çok , sosyal psikologların alanıdır . dolayısıyla homofobiyle mücadelenin aşılması pratikte politizasyon ve radikalleşme anlamına gelir .

sosyalistler , programlarını işçilerle ve onların sınıfsal konumlarıyla sınırlarlarsa –yani ekonomizmde kalırlarsa ve toplumun diğer gayri-memnunlarının sorunlarına sırt çevirirse– yani devrimci demokratik görevlerinden kaçarsa , tecrit olurlar . tıpkı eşcinsel hareketin eşcinsel hareket içinde sınırlı kalıp tecrit olması gibi .

bu anlamda sosyalistlerin görevi , diğer tüm sosyal hareketlerinki gibi eşcinsellerin de sorunlarını programına yazmak ve eşcinsel hareketin içindeki burjuva eğilimlerin karşısına devrimci eğilimleri güçlendirecek kuramsal ve pratik bir karşı duruşu örgütlemektir .

en nihayetinde liberalizasyona ve baskıya karşı saflar belirlenmedikçe çıkarlar toplumsal özgürlük ve devrim lehine dönemez...


''lüfer''

22 Ağustos 2010 Pazar

inadına...

hüzün , kaçan kuşların bıraktığı tek mirastı
tekelimize aldık
mutluluğu girdaplara bırakıp kaçtık okyanuslardan
hayata bir gün gözüyle ihanet ettik ,
karşı koyamadığımız ihtiraslarımızdan
soluk alış verişlerimizi sabit tutup inadına sevda dedik
anlamını bilmediğimiz haykırışların ,
en son darbesi indi yüreğimize
vazgeçemedik
sorgulamak en içten pazarlıklı his hâlini aldı
sesimizi çıkarmadık
tekelimize aldık
bekledik bekledik ve yine bekledik
bir ölünün son nefesindeki oksijen kadardı değerimiz
inanmadık
sonu gelmez çocuk oyunlarında ,
hile yapanlarla susadık aşka
hınçla doldu yüreğimiz
sol yumruk nidalarında kaldı son şansımız
77 panzerleri girdi araya
umut dedik isyanda ,
güneş dedik kefenlenen her bir bedende
kandırdık kendimizi yıllarca
ve aşk oldu sonumuz hayatın derin sularında
yıldızların kalabalığında
ulaşılmaz gezegenlerden kurtardık kendimizi
aşk kaldı toprağın derinlerinden filizlenip gelen ,
dur diyemedik
şüpheler ve anlam kargaşalarında
hep suladık filizlenen görkemi
aldatıldık
sevdik
rüzgâra teslim ettik gökülen saçlarımızı
umut aşkın tepe noktasıdır dedik
yalanladık kendimizi
sevda şarkılarına anılma kattık
bulamadığımız kavramların yerine
bir dakika bekledik
on dakika , yirmi dakika , bir saat
saatlerce bekledik nihai hedef uğruna
hüsrana uğradığımızı çok sonra farkettik
utandık , yaptığımız yanlışların kompozisyonunu okuyunca
geri dönemedik hata paylarının büyüklüğünden
son şans dedik
gözümüz açıldığında ,
koca bir insan topluluğu tarafından aşağılandık
kesildik , idam edildik
haketmedik çoğu kez
hayatı bir solukta yaşasak da ,
geride bıraktığımız tek doğruydu aslında
sevdik ve söyledik


''nanal''

15 Ağustos 2010 Pazar

karşılıksız sevda...

yaşamayı seviyorum
açıyorum penceremi dünyaya
ne zaman dayansa
nemli keskin kılıçları ağrının
boğazıma .
penceremi açıyorum
ve savrulup geliyor bütün kokularıyla .

yaşamayı seviyorum
bir düğüne hazırlanırcasına
biriktirilmiş ve ertelenmiş ne varsa
açıyorum bohçasını
her sabah .

şımartılmış bir oburluk
yayılıyor parmak uçlarımdan uykularıma
savrulup geliyor dünya
yastığıma .

seviyorum yaşamayı...


''sennur sezer''
''dilsiz dengbej'' adlı kitaptan

darbenin ekonomi politiği...

anayasa maddelerinin bir kısmında değişiklik öngören ve ironik bir biçimde 12 eylül'de karşımıza getirilecek referandum konusunda yaşanan tartışmalar , konuyla ilgilenenlerin ya da basını bir şekilde izleyenlerin malumu .

referanduma ilişkin genel bir değerlendirme yapmak istememekle birlikte öncelikle akp'nin , iktidara geldiği ilk günden itibaren kemal derviş'ten devraldığı küreselleşme programının başta ekonomik , siyasi , hukuki ve kültürel düzenlemelerini bir bir hayata geçirdiğini belirtelim . doğal olarak bunu yaparken programın önünde engel teşkil eden bütün hukuki , askeri unsurları ise tasfiyeye zorlayarak hem içerde hem de küresel düzeyde yeni birçok düzenlemeyi hayata geçirmeye çalıştı . akp'yi , bütün açılımlar da dahil anayasayı değiştirmeye iten bu güdü, mhp ve chp gibi burjuva partilerinin bildiği fakat kabul etmedikleri tespitlerinin aksine sermayenin küresel düzeydeki ihtiyaçları olduğunu hatırlatalım...

perspektifsizliğin çaresizliği

hatırlatalım diyoruz . çünkü bugün referanduma ''evet'' diyeceklerin bir kısmı dışında , ''hayır'' ve ''boykot'' çağrısı yapanların geniş çoğunluğu , hem içinden geçtiğimiz sürecin , yani akp'yi ve burjuvaziyi anayasayı değiştirmeye iten sürecin ; hem de 12 Eylül 1980 askeri darbesinin maddi temellerini anlamaktan oldukça uzaktalar .

12 eylül darbesini bizzat yaşayan ve sınıfsal perspektifini az da olsa koruyan kimi solcular , darbenin ordu tarafından , bizzat dünyadaki diğer örneklerinde olduğu gibi patronların ve ulusötesi sermayenin isteği doğrultusunda yapıldığını teslim etmekteler . dahası o dönem , turgut özal'a ve altında onun imzası olan 24 ocak kararları'na fazlasıyla gönderme yaparlar . gel gelelim aynı kişiler yaşadığımız dönemin ekonomik gerçekliğine gözlerini kapayarak , akp'nin gündeme getirdiği birçok yasal düzenlemeyle beraber bugün anayasa değişikliğini , yargı ve ordu karşısında islami reflekslerle girişilmiş politik bir hesaplaşma olarak değerlendirmekten geri durmazlar .

esas olan ücretli kölelik düzenin devamı

tam da bu açıklamaların ardından bugün anayasanın değişmesini isteyen patronlar , 12 eylül sabahı darbe anayasası için çırpınıyordu . dünyanın hiçbir yerinde darbeler generaller istiyor diye olmaz . kapitalizmin krizini parlamenter demokrasiyle çözemeyen burjuvazi bir başka burjuva yönetim biçimi olan darbeleri , dünyanın birçok yerinde hayata geçirmiştir . ''Serbest piyasa ekonomisi söz konusu olduğunda faşist diktatörlüğü parlamenter demokrasiye tercih ederim'' biçiminde bir cümleye benzer bir ifade eden liberal iktisadın önemli şahsiyeti hayek'in bu tespiti defalarca doğrulamıştır .

benzer şekilde şili'deki darbe üzerine yaptığı açıklama da fazlasıyla çarpıcı :
''bir diktatörlük kendini sınırlayabilir ve kendini sınırlayabilen bir diktatörlük izlediği politikalarda sınırları olmayan bir demokratik meclisten çok daha liberal olabilir''

kısacası ordunun kendinden menkul rejimlerin değil kapitalist mülkiyet ilişkilerinin koruyucusu olduğunu görmemiz gerekir . bugün aynı tüsiad ve ulusötesi sermaye işçi sınıfının ortaya koyacağı toplumsal muhalefeti ve öz örgütleri karşısında askerlere , postallarını giymeleri emrini vermekten bir an olsun geri durmayacaktır . belki bu kez ''koç'' ailesinden değil ama burjuvazinin darbe isteklerini belirten mektup e-mail olarak ''boyner''den askerlere yollanacaktır...


''alıntıdır''

yazının tamamı için burayı tıklayın

8 Ağustos 2010 Pazar

şükriye tutkun (sevin gayrı)...





albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar

melodiler...

01 - sunayı da deli gönül
02 - gesi bağları
03 - yanık ömer
04 - evlerinin önü mersin
05 - ey güzel kırım
06 - se meni
07 - sevin gayrı
08 - asiye
09 - dersim dört dağ içinde
10 - arda boyları
11 - gaziantep yolunda
12 - dağlara çıkma

1 Ağustos 2010 Pazar

mina'nın ölümü...

kuş sesleri geliyor şimdi evinin önünden . küçük odasında ne hayaller kuruyordur kimbilir . görüşmeyeli çokça zaman oldu . beni tanıyor mudur acaba ? görse hatırlar mı ?

bana şöyle eğildi ve : ''bir gökyüzü mavi olabilir , ya başka bir renk ?'' ''başka bir renk... olabilir elbette'' dedim . ''olamaz'' dedi . ''bu iş bitti bitecek'' . zoraki bir ayrılık . yapılacak tek şey kuş seslerini dinlemek .

uyurken bir gece yatağına dek gitmiştim . nefesini hissedecek kadar yaklaşmıştım . ve ürkmüştüm çok , öldüğünü düşünerek . o uyanmadı ama ben bir süre onu seyrettim . o uyurken eşyaları da topladım . kitapları , mektupları , anıları , bavulları . yalnız , gürültülü bir bakış bıraktım ona , odasında . masanın üzerinde...

geceydi . sabaha yakın bir gece . kapıdan çıktım . anahtarları posta kutusuna bıraktım . ne olursa olsun o eve dönmeyecektim . merdivenleri çıktım . çıktıkça arkamdan geldi . ''gitme , beni bırakma ne olur'' . dönüp bakmadım . ağlayarak çıktı , ben gibi tüm merdivenleri ; merdivenler bittiğinde gün ışıdı . ben bir başka eve gidip yattım . o bir biletle ankara'ya gitti .

ikimiz de çok üzülüyorduk . bu şey aramızdaki her neyse ikimizi de üzüyordu . başka hiçbir şey yapamıyorduk . bütün gün evden çıkmıyor ; kanatıyorduk birbirimizi .

mina çorabını çıkartmazdı geceleyin . o geliyor hatırıma . uyurken yatağın içine çıkarırdı farkında olmadan . yatağın içinde bulamazdı sabah kalktığında işte aynen öyle oldu . uyandığında bulamadı beni de . merdivenleri bu yüzden çıktı benimle . sonsuza dek kaybetmek için beni...

annesi ve babasının geldiği gün , daha doğrusu onlar gittikten sonra bir daha yemek yemeyeceğim demişti . akşam salata yedi... ah mina , senin hatan burada işte...

sonra bir daha görüşmedik dedim ya , yalandı o . bu yaşantıyı sizlere böyle anlatmamın sebebi utanmam . mina'yı ben öldürdüm . onun defalarca karşısına çıktım , defalarca... ve gözlerine bakıp şöyle dedim ona : ''çok renk varmış , senin renklerinden başka''

işte onun gibi hassas bir kadını bu hale ben getirdim bu sözlerle . o da bana şöyle söyledi : ''senin için belki öyledir'' . hiç önemsemeyerek , o öldürdü beni önce . ya da o sözleri ona söyleyerek ben intihar etmiştim .

tam gidecek gibi oluyordu . yine de her akşam bende . artık kedilerden korkuyordu . yemek yemeği de bırakmıştı neredeyse . dışarı çıkmıyor ; kimseyle görüşmüyordu . ben öldürdüm onu...

şimdi . az evvel geçtim evinin önünden . tıpkı bir kelebeğe benziyordu . eşyasız evindeki koltuğunun üzerinden feci uyuyordu . cama vurdum , uyandı... hayır uyanmadı . içeri girmek için kapıyı zorladım . hemen uyandı . uyanmadı... kapıyı kırdım . sese uyanıp kapıya yaklaştı korkarak . hayır yaklaşmadı... yanına gittim . elleri buz gibiydi . uyanmıyordu . ölüydü o . hayır ölmemişti... aldım yatağa götürdüm . yanına uzandım . öldüm... ölmedim... halâ yalan söylemekteyim .

mina beni görünce içeri aldı . ''mina beni terketme'' dedim . ''ömür boyu mutsuz yaşayalım'' . ''başka bir renk var mı gökyüzünde ?'' dedi . ''hayır , her yer mavi'' dedim . o : ''hayır , çok renk var'' dedi . ve beni öldürdü . umursamamış gibi yaparak ben de onu öldürdüm . ya da o bunu bana söyleyerek intihar etti .

''ne olursun , ömür boyu mutsuz yaşayalım''

bunları ben uyduruyorum . mina 5 yıl önce saçma sapan bir hastalık yüzünden öldü . cenazesinde iki kız arkadaşı , annesi , kardeşi ve ben vardım...


''lepistes''
''3. sayıdaki ''mina'' adlı öykünün devamı ve aynı zamanda sonudur''

birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...