31 Ocak 2010 Pazar

grup baran (seni istanbul yapmalı)...



albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar


melodiler...

01 - seni istanbul yapmalı
02 - gittiler
03 - tuna üstüne söylenmiştir
04 - istek
05 - dersim dağları
06 - sana küçüğüm diyorum
07 - kara çocuk
08 - serenad
09 - çile
10 - mataramda tuzlu su

rüyadan düşerken...

bir sonbahar akşamüstü sana geldim . hiç konuşmadan içeri aldın beni . sessiz bir yatak verdin . dilsiz bir gece... uyumama izin verdin , uyudum . bir sonraki güne kadar uyudum . rüyamda seni gördüm...

adressiz bir mektup gibi duruyordun gözlerimin önünde . gözlerini gördüm . gözlerin çokça kederli ve yorgun . ve etrafı tren raylarından çizgilerle kaplı . sessizsin ; yük gemilerinin limandan kalktığı gibi soluyorsun . ağzın bir deniz kadar mavi ; ellerin kirli . öpüyorum ellerini . karabataklarını , martılarını , sokak kedilerini , sarhoşlarını gösteriyorsun , anlamıyorum . ben ağlıyorum . gece ; ama olsun , çıkıyoruz sokağa . sen de ağlıyorsun . yürüyoruz birlikte , beni bir yere götürüyorsun .

birden değişiyor rüyam . karanlık ve soğuk bir geceye doğru yürüyoruz . ''liman arkasına gidiyoruz'' diyorsun . ''uzak mı orası'' diyorum ben de . ''hayır'' diyorsun ''geldik'' .

liman arkasında balıkçı ağlarına basarak ilerliyoruz . bir denize , bir sana bakıyorum . birden kayboluyorsun yanımdan rüya bu ya... adını çağırıyorum , bir balıkçı kayığıyla yaklaşıyor kıyıya . elini uzatıyor beni çağırıyor . kayıkta üç müzisyen var . biri şarkı söylerken diğer ikisi keman ve klârnet çalıyor . oyalanmadan elimi uzatıyorum balıkçıya . sandal tuz ve balık kokuyor . balıkçe geceye doğru çekiyor kürekleri . derken , yeterince uzaklaştıktan sonra balıkçı kürekleri suya atıyor . hep birlikte bir şarkıyı söylüyoruz . aman aman , kalkıp da oynuyoruz . kayık bir oraya bir buraya . ''aman , denize düşeceğiz kardeşim , yapma'' . aman aman bu nasıl sevda ?

balıkçı kürekleri denize atıyor . uzakta bıraktığımız kıyıda birileri geriye doğru sayıyor . kıyının ötesindeki şehirden alkışlar yükseliyor... ''nasıl döneceğiz şimdi'' diyorum . cevap vermiyorlar . şarkıyı bitiren müzisyenler az önceden beri içtikleri ispirtonun şişesini kırıyorlar kayıkta . ve denize atıyorlar . kayıkçı kederli . kayığı tutuşturuyor . engel olamıyorum . denize atlıyoruz biz de çaresiz . balıkçı ağır bir taş gibi derine düşüyor . ben derine doğru inerken kırılan şişenin bir parçasını görüyorum . yavaşça su üstüne çıkıyorum . kıyıya yüzerken denizin tam ortasında karşı kıyıda patlayan havai fişekleri görüyorum .

ıslanmışım , çıkıyorum sudan . yanıma geliyorsun . ağlamaklı... ''sahil kahvesinde bir çay içelim'' diyorsun , ''ısınırsın'' . kahvede bir çay içiyoruz . herkes senin hakkında konuşuyor kahvede . seni terketmekten , senin sıkıcı olduğundan... dayanamıyorum , ''kalkalım mı?'' diyorum . çayların parasını sen ödüyorsun . para üstünü almadan kalkıyoruz...

zaman değişiyor . ocak ayında bir gündeyiz . insanlar var , yürüyorlar ve bağırıyorlar . onların istediklerini biliyorum , ben de istiyorum onların istediklerini . onlarla birlikte bağırıyorum . kalabalık arasında kaybediyorum seni . olsun , ne de olsa bulurum diye düşünüyorum . birden hava kararıyor . herkes geri-geri gitmeye başlıyor . ve küfür ediyorlar : ''sattın biziz başkan''... ''nereye?'' diyorum ; ''eve'' diyorlar . iyi ama ben nereye gideceğim ? evim yok ki benim... sonra sahil boyunca yürüyorum yine . birçok insanla tanışıyorum . sonra hepsinin yüzü düşüyor . bir eve taşınıyorum . oradan çıkıyorum ; başka bir eve . bir sokak arasında kanatsız uçabilen birine rastlıyorum . uçtuğunu kendi gözlerimle gördüm . derken , bana öğretiyor uçmayı . ama tam uçarken yağmur yağmaya başlıyor . ona siyah şemsiyemi veriyorum . uçup gidiyor . seni tanıyormuş ve seviyormuş . ama yine de seni terkediyor o da .

karanlıktan beliriyorsun . birden toprağın altına giriyoruz . ve hıçkırarak ağlıyorsun . o an görüyorum olanları . aşağılarda ölen adamların var . sende kalabilmek , yaşayabilmek için , gidecek başka yerleri olmadığı için ölen adamlar . bu adamların cesetleri bulunduğunda , hepsinin yüzü aynı . yoksul yıpranmış insanların yüzleri nasılsa , onlarınki de aynen öyle . kimi on ; kimi kırk yaşında . hepsi ölüme durmuş ben gördüm . sana bakıyorum ama senin bir suçun yok . ağlıyorsun ; daha dayanacak hâlin kalmamış .

çıplak ayaklı çocukların olduğu çingenelerin mahâllelerinden geçiyorum , çıplak ayakalrımla . karşıma çıkıyorsun yine . seni bulduğuma çok seviniyorum . çok kötü görünüyorsun ''ne oldu sana'' diyorum . ''herkes gidiyor'' diyorsun . ama onlar buradalar . ne olur yardım et bana . birden , hoş bir arazide buluyoruz kendimizi . iyi , temiz giyimli adamlar bir çember oluşturmuşlar . ortalarında sen . sana vuruyorlar . fena benzetiyorlar seni . senin yanında , senin fotoğraflarını ve anılarını yakıyorlar . çok pis duman çıkıyor . dumandan genzim yanıyor . aralarına girip seni alıyorum . küçücük kalmışsın . yaşlanmışsın... ölüme yakınsın . korkuyorum . seni eve götürüyorum . bir yatak hazırlayıp dinlenmeni istiyorum .

uyanıyorum... bir telefon sesi duyuyorum . telefonun ucundaki ses ''araban ne zaman kalkıyor , eşyalarını hazırladın mı , bugün mü dönüyorsun?'' diyor . kapıyorum telefonu . yatağa bakıyorum . yoksun... endişe içinde kapıya bakıyorum . kapının önünde tüm eşyalarım toplanmış . kitaplar , dergiler , fotoğraflar... tanıdığım herkes koliler içinde . dışarı çıkıyorum , herşey yanmış , herşey değişmiş . sen yoksun artık . anıları olmayan birisi nasıl varolabilir ki ? tüm yaşanmışlıklarını yıkmışlar .

dayanamayıp liman arkasına gidiyorum . ağladığını görüyorum . kıyıda bağırıyorum : ''seni kurtaramadık , kusura bakma'' . adını çağırıyorum . bir balıkçı kayıkla yaklaşıyor . kayığı kiralıyorum ondan . kıyıdan yeterince uzaklaştığımda kürekleri atıyorum . mehtapta buğulu bir kadın sesi şarkı söylüyor :

''gün gelince herkes gider canımın içi , herkes gider
ve sen bile bir dakika daha olsun duramazsın
başka sokaklar vardır , başka kuşlar
oraya doğru yelken açarsın
ama biz alışığız canım yenilmeye ve terkedilmeye
inan artık akmaz gözümüzden bir damla yaş bile
gideceksin canım sen de gideceksin
acıma ve düşünme bir dakika bile
vakti geldiğinde uçar yavru kuşlar bile
yolun açık olsun düşünme bizi
rüzgâra dön yüzünü ve gülümse
inan birgün değişecek bu yeryüzü
ve uçulacak kanatsız bile
ve uçulacak kanatsız bile...''

derinlerine doğru ilerlerken denizde onun adını söylüyorum . ''zonguldak'' diyorum . yukarıda bir şehir yanıyor...


''lepistes''

28 Ocak 2010 Perşembe

edvard munch (aşk ve fizik)...




alıntı : sembolizm sanat ansiklopedisi
''jean cassou''

soğuk bir günün sonunda...

bu sabah da dünkü kadar soğuk bir hava var . gözlerimi açıp baktım pencereye doğru . kar yağıyordu . bir anda o kadar sevindim ki , beklemiyordum bunu . hiç aklımda yokken yağması ne hoş diye düşündüm . kısa süre sonra unuttum tüm bu düşünceleri . iki odalı soğuk bir evin ortasındaki sıcak yataktan çıkınca düşüncelerimi değiştiren soğuk gerçekler vardı bana bakan . rutubetlenmiş duvarlar , yanmayan bir soba , bütün gece soğuktan buz gibi olmuş giysiler ve siren sesiyle işbaşı yapan bir fabrika...

yine de içimi ısıtan bir şeyler var bu soğuk havada , unutturan herşeyi... bak ! ağacın yaprakları yok ! pencereye eğilmiş nası da duruyor öylece . ağacın yaprakları yok . ne komik değil mi ? içimden bu duruma delice gülmek geçiyor . ağacın yaprakları yok . yaprakları yok ! anne baksana , ağacın yaprakları yok ! aynı senin gibi... onun da dökülmüş umutları !

işe gitmeden önce yaksam mı sobayı acaba ? yeni doğan yavru fareler üşümesin . ne de sevimliler . insansı bencillik onları nasıl da sevimsiz bir canlı yapmış oysaki . ama ben seviyorum onları . ve buradalar şu an , insanlardan daha yakınımdalar... insanlar... ah nasıl da kendilerini olduğundan farklı bir yaratık olarak görürler onlar . anne baksana ? insanların suratlarında nasıl bir mutsuzluk var , görebiliyor musun ? bazıları nasıl da çirkin bakıyor , korkuyorum . çocukları da kendilerine benzetmeseler sakın !

artık duygular da lüks oldu . herşeyi tek başımıza yaşamaya başladık anne . aşkı , sevgiyi... artık konuşmak gereksiz . konuşuyorlar bizim yerimize . düşünmeye de gerek yok , düşünüyorlar . kimim ben ? yaptığım hangi işte kendim varım gerçekten ? ne oldu insan ? artık kendimize insan demeye de gerek kalmadı sanki...

ağacın yaprakları yok baksana ! kuşların kanatları yokmuş gibi bir şey bu . delice gülmek geliyor içimden . kuşları ve çiçkeleri seversin sen anne . sana bir çiçek alsam doğum gününde , çiçeğe üzülürüm hep . kuşları kafeste görmek kadar üzer beni saksıda sıkışmış bir çiçek . anne deli misin sen ? sevme kuşları . öldüklerinde üzülüyorsun , uzak dur . sevme onları...

hey fareler ! bakın dışarıda kar yağıyor . sarılın birbirinize , üşümeyin . soba için odun ve kömür yok üzgünüm... ama durun bir dakika ! aklıma ne geldi bakın ! kuponla biriktirdiğim ansiklopediler var . evet ya iyi fikir , bekleyin . şimdi ısınacak ev . bu ansiklopediler işe yaramaz sanırdım , yanılmışım . ısıtacak şimdi evi , fareleri ve beni...

bütün yorgunluğuyla geldim işten akşam olunca . fabrikada çalan paydos ziliyle bitince tüm mekanikliğim . yeniden evdeyim şimdi . bir düş var aklımda hep benimle olan . tüm yorgunluğumu alıp götüren . bir şarkı dinlerken duyduğum ses o . bir kitap okurken aklımdan geçen kurgular onu getirir gözümün önüne . ne tarafa baksam bir şekilde karşımda . bir kedinin tüylerini okşarken , bir martıya bakarken , deniz üstünde bir vapurda . denizi düşlerken yine . soğuk , yalnız ve sıkıcı bir günün hemen ardından en güzel şeydi düşünmek seni...


''o çiçekleri çok sevdi
çiçekler ona düşman oldu
ben onu çok sevdim
o gitti verem oldu''


''proleter balık''

fikret kızılok (zaman zaman)...




albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar


melodiler...

01 - yeter ki
02 - zaman zaman
03 - serserinim
04 - güzel ne güzel olmuşsun
05 - oysa Ben
06 - uyku kardeşim
07 - tek başına
08 - sevda çiçeği
09 - iki parça can
10 - gözlerim denizde

27 Ocak 2010 Çarşamba

engin çöl ile söyleşi...

dünyanın bütün gürültüsü . birbirine meydan okuyan devlet yetkilileri . televizyon programları . haber spikerleri . aile içi şiddete maruz kalmış kadınların çığlıkları . öldürülen hayvanlar . doğanın bağırışları . ekonomi haberleri ve kriz fısıltıları . şehrin önünü açma çabaları... oysa bir şehirde , yağmurlu bir kış günü bir sahnede , çocuklar haykırıyordu :

''öyle yıkma kendini
öyle mahsun , öyle garip...
nerede olursan ol ,
içerde , dışarda , derste , sırada ,
yürü üstüne üstüne
tükür yüzüne cellâdın ,
fırsatçının , fesatçının , hayın'ın...
dayan kitap ile
dayan iş ile
tırnak ile diş ile
umut ile sevda ile , düş ile ,
dayan rüsva etme beni''

zalimin elinden kaçıp onların kapısına dayanmışız . nefesimiz kesildi kesilecek , belki dayanamayacağız , yorulmuşuz , bıkmışız... küfürlerimizi arka arkaya dizmişiz . kara kış ortasında bir filiz , kör karanlıkta bir tek ışık aramışız . bir tebessüm için gelmişiz . belki dayanamayacağız... bir ses duyuyoruz , ''dayan rüsva etme beni''...

onlar yaşları 7-13 arasında değişen çocuklar . onları dünyayı ayakta tutan dirençler . onlar insanlık için ateşi tekrar çalacak çocuklar . onlar dünyanın son umudu . açacak son çiçek , kalan son damla su . onlar ; onurlu insan soyunun evlâtları , yeryüzü aşkın yüzü olana dek savaşacak çocuklar .

şiirleri oyunlaştıran bir çocuk grubu bu bahsetiğimiz . zonguldak'ta 1997'den beri fatma kılıç ve engin çöl tarafından devan ettirilen bir oluşum . bizim çocuklar şiir grubu adını taşıyan bu ekip çalışmalarını büyük bir titizlikle sürdürüyor . biz soğuk bir kış günü , bizim çocuklar şiir grubunun çalışmalarını aldığı belediye kültür merkezine gidiyoruz . belediye kültür merkezinin kafeteryasında rastlıyoruz engil çöl'e . bizi şiirlerin tüm samimiyetiyle karşılıyor . oturup sohbetimize başlıyoruz hemen . bu güzel oluşumun mimarlarından fatma kılıç , geçirdiği ciddi bir rahatsızlık nedeniyle aramızda bulunamıyor . engin çöl'e soruyoruz hemen : ''bizim çocuklar şiir topluluğu'' nasıl kuruldu ?

çöl : zonguldak'ta bazı ilköğretim okullarının okuma şenlikleri olurdu . bu şenliklerde yeni okuma öğrenmiş çocuklara şiirler okutuluyordu . çocukların ezberledikleri şiirleri kürsüye çıkıp herhangi bir şey gibi okuduklarını gördük . çok üzüldük buna . çünkü bu çocuklar üzerinde hiç uğraşılmadığını gördük . bu etkinliklerin sadece yapılmak için yapıldığını görünce , istedik ki çocuklar şiirleri okurlarken hissetsinler , şiiri anlasınlar . bunun üzerine böyle bir işe giriştik .

şişedeki balık : çalışma yönteminiz nasıl ? şiirleri nasıl seçiyorsunuz yani biraz da sizleri besleyen şairleri merak ediyoruz biz ?

çöl : bizi tüm şairler besliyor . seçtiğimiz şiirleri çocuklarla okuyoruz tartışıyoruz... bu şair burada ne demek istemiştir diye uzun uzun düşünüyoruz yorum yapıyoruz . sonra belirlediğimiz bir konu etrafında şiirlere kurgusallık katıyoruz . sonrası da çocuklara kalıyor .

şişedeki balık : şiir okumak epey zordur . çocuklara nasıl öğretiyorsunuz bu işi ?

çöl : insan , hissetmediği ve kendinden bir şeyler bulamadığı şiirleri güzel okuyamaz . oysa ancak kendisine duygu katan bir şiire duygu verebilir . onların şiirleri hissetmesi için çalışıyoruz aslında . bir de burada drama eğitimi veriyoruz . biz bu konuda uzman değiliz ama bununla ilgili gittiğimiz eğitimlerde bizim yaptıklarımızı yaptıklarını gördük . bu kendiliğinden işleyen bir süreç...

şişedeki balık : amatörlüğün heyecanı ve başarısı , bu çalışmalar sonucu çocuklarda eminizki çok şey değiştiriyor .

çöl : evet... en başta dersleri . çocuklar burada , başka yerde kazanamayacakları bir özgüven kazanıyor . çünkü burada sahnede şiirlerle yaşadıkları , başka yerde yaşayamayacakları bir şey . bu uzun bir çalışma . çoğu çocuğumuz ilkokul 1. sınıfta başlıyor , altıncı sınıfa kadar . şiirle büyüyorlar yani . anlayışlı olmak , bir diğerini anlamak , başka türlü düşünmek onların kazandıkları...

şişedeki balık : siz de çok şey kazanmışsınızdır herhalde ?

çöl : elbette biz de hiçbir yerde bu kadar verim lamayız belki . çocukların istekleri , parlayan gözleri . öncelikle çok istekliler . bu istek bizi çalışmalara daha çok bağlıyor .

şişedeki balık : onların hiç kirlenmeyen seslerinde şiir çok büyük anlamlar kazanıyordur herhalde ? 2007'deki etkinliğin konusu sevgiydi ve hrant dink'in öldürüldüğü güne rastlamıştı . bizden birkaç arkadaş etkinliği izlemiş ve çok duygulanmışlardı . büyük ve hüzünlü bir tesadüf . bu yılki konunuz nedir ?

çöl : bu yıl konumuz şiir . 2007^deki etkinlik etkileyici bir tesadüftü . hepimiz için çok zor oldu .

şişedeki balık : bir de çocukların inanılmaz bir gücü vardı sahnede 2007'deki etkinlikte . çocuklar oyunun sonunda ''şimdi herkes birbirine seni seviyorum desin'' dediklerinde önce kimse oralı olmadı . ama çocuklar büyük bir kararlılıkla direttiler ve oyunun sonunda salonda herkes yanında oturan kişilere seni seviyorum diyordu .

çöl : evet bir de yayla ilköğretim'de 4-5 yıl önce , yine bir şiir dinletisi etkinliğimizde seyirciler oyun başlayacağı zaman halâ konuşmaya devam ediyorlardı . çocuklar bir müddet hiç ses çıkarmadılar . sonra da ''lütfen emeğimize saygı gösterin'' diyerek izleyenleri susturdular . ve biz hiç müdahale etmemiştik .

şişedeki balık : oyunlarınızda dekor kullanıyor musunuz ?

çöl : hayır . çocuklar zaten her türlü dekoru kendilerinden yapıyorlar . ''sahnede çocuklar herşey oluyorlar'' . yalnız kostümlerimiz var , onları da arzu genç isimli arkadaşımız tasarlıyor ancak bu kostümler günlük hayatta da giyilebilecek kıyafetler oluyor .

şişedeki balık : zonguldak dışında başka bir yerde oynadınız mı daha önce ?

çöl : o biraz maliyetli oluyor . bir defasında alaplı'ya dünya tiyatrolar gününde gitmiştik . onun dışında başka bir yere de gitmedik . ama bizi çağırsalar başka şehirlerden , gideriz . çünkü bu emeğimizi başka şehirlere taşımak isteriz . şiiri oyunlaştırmak , türkiye'de birçok grup tarafından yapılan bir şey değil . o nedenle yaptığımız işi daha da önemsiyoruz...


daha sonra hep birlikte çocukların çalıştığı sahneye geçtik . karanlık salonda çocukların yüzleri su gibi ışıldıyordu . güzel bir dünya için haykırıyordu çocuklar . ''gör nasıl yeniden yaratılırım'' diyordu çocuklar . biz de çocuklara ''bir umudumuz sizde , anlıyor musunuz?'' diyerek , ayrıldık onların mısra mısra dünyalarından . dışarısının gürültüsü ve soğuğuna karıştı onların bize verdiği güç . dayandık rüsva etmemek için onları...


''şişedeki balıklar''

*bu sohbet 19 ocak 2008 tarihinde , yani hrant'ın öldürülüşünün 1. yılında gerçekleştirilmiştir.

25 Ocak 2010 Pazartesi

zülfü livaneli (crossroads)...




albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar

melodiler...

01 - prologue
02 - dawning
03 - breath 1
04 - a new world
05 - breath 2
06 - the forest greene
07 - crossroads
08 - breath 3
09 - poets duel

24 Ocak 2010 Pazar

romanya postası...




mezarlık işçisi...

eskiden çiftçiler vardı
toprağı kazardı ölene dek
ölünce kazdığı toprağa gömerlerdi
şimdi fabrika işçileri var
ölene dek fabrikada çalışırlar
ölünce de bütün kazancını verip
bir mezar alırlar...


''beta''

ciwan haco (bilûra min)...



albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar

melodiler...

01 - dest
02 - nexta nazé
03 - béje
04 - héy héy
05 - dérsim
06 - xatûn
07 - zîné
08 - bilûra min

23 Ocak 2010 Cumartesi

kredisi tükenen sistem...

iş kazasında ölen babasının cenaze giderlerini kredi kartıyla öder . annesi rahim kanseridir . hastane masraflarını sigorta ödemez . giderler kredi kartıyla karşılanır . sonra geçtiğimiz ay dünyaya gelen üçüncü çocuğun doğum masraflarıyla birlikte , çocuğun süt ihtiyacı için kaçınılmaz olarak ayrı kredi yöntemlerine başvurur . süt ve portakal...

adrese teslim hızlı kredi . % 0.95 ile ihtiyaç kredisi .
kira öder gibi...


alınan evin ödenmeyen taksitleri için tekrar , başka bir bankadan kredi çeker . çok sürmez , büyük kızın ikinci dönem üniversite harcı için yapılan harcamalar . derken , kitaplar... telefon... elektrik... su... vergiler... sigorta primleriniz... kredi kartıyla satın alınıp dikilen fidanlar önümüzdeki yıl meyve yerine borç çıkaracak .

kredi kartı kullanımı 1960'larda başlamış ve günümüze kadar giderek artan bir trend göstermiştir . ancak kredi kartı kullanımının hızla gelişmesi ve ''borç tüketimi''nin her geçen yıl katlanarak artması , kredi kartı borçlanmasının , hem bireysel hem de toplumsal bir sorun olmasına yol açmıştır .

kerhanede yaptığınız harcamalar , kahvede ısmarlanan çayların faturası , pastanede verilen bahşiş , bir önceki kredi kartı borçları için sattığınız böbreğinizin vergi masrafları , çocuklarla birlikte izlemeye gittiğiniz ''dünya yok oluyor'' adlı sinema filminin bilet tutarları...

kredi kartım var (tükeniyorum) ; o hâlde yaşıyorum ! apartman aidatları kredi kartıyla ödenir , nineler , kefen bezlerini , sakladıkları kredi kartıyla alırlar .

dönemin devlet bakanı mehmet şimşek , 2007 yılı eylül ayı itibarıyla kredi kartı ve bireysel kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayısının 167.800 kişi olduğunu bildirdi . şimşek , tüketici kredisi ve kredi kartı borçlarının toplamının ise 84 milyar tl. olduğunu belirtmişti . 2002 yılı sonunda tüketici kredileri ile kredi kartı harcamalarının toplamı 6.5 milyar tl düzeyinde iken , bu rakamın 2007 ağustos ayı itibarı ile 13 kat artarak ; 84 milyar liraya ulaşmıştı .

türkiye bankalar birliği başkanı ''özince'' , ''toplumun en yoksullarına kredi kartı verip , sorun yaratmak marifet değil'' demişti .

domates , ekmek ve karpuz gibi gıda ürünleriyle , benzini taksitli alma dönemi bitecek . bddk başkanı tevfik bilgin , yasal düzenlemeyle taksitli kredi kartı uygulamalarına sınırlama getiriliceğini söylemişti .

geçenlerde markette , önümdeki çocuk sadece bir adet hazır çorbayı (1.49 tl) kredi kartı ile ödemişti .

patronunuzun size zorla sattığı silâhın , bu satırları yazmak için aldığınız bilgisayarın giderleri , in-ter-net faturaları , cezaevinde mahkûmun satın aldığı sigara , köylünün kuraklık nedeniyle kaybettiği mahsûl için giderleri , kredi kartı faizine son !

balıkçının balıklar için aldığı yemin harcamaları , satın aldığınız hisse senetlerinin giderleri ,

yaşam kredinizin ekstresi bir hayli yüklü...


''crispos japon balığı''

20 Ocak 2010 Çarşamba

hrant dink'i an(la)mak...


agos gazetesinin genel yayın yönetmeni hrant dink'in öldürülmesinin üzerinden tam üç yıl geçti . üç yıl önce 19 ocak'ta saatler 15:00'i gösterirken onun yerde yatan cansız bedenini gördük ekranlarda . yeni bir dönem başlamıştı artık . 19 ocak öncesi ve sonrası diye...

bir arada yaşamaya tahammül edemeyenlerin silahından çıkan kurşun ''ben insanım'' diyen herkesi sokağa dökmüştü . son yolculuğuna uğurlanırken yüzbinlerce insan yanındaydı . onun mirası ölümünün 3. yılında bu 19 ocak'ta da soğuk ve yağışlı havaya rağmen binlerce kişinin katılımıyla tekrar anıldı . ve hrant dink sadece anılmayacak , anlaşılmaya çalışılacak . din , dil , ırk , cinsiyet , siyasi görüş farkı gözetmeden , halkların kardeşliğine inanan , bu anlamda bir arada yaşamı savunan herkes hrant için adalet sesini bu 19 ocak'ta da yükseltti .


''ufuk balığı''

kadın...

neolitik dönemde kadın , doğurganlığıyla bir bereket sembolü , iş bölümü yaptıran , adaletiyle huzuru sağlayan bir tanrıça idolüydü . anaerkil toplum olarak adlandırılan bu neolitik dönemde düzen , eşitlik ve adalet vardı .

ancak bir dönem sonra , karınları artık tok olan ve düşünmeye fırsat bulan erkekler analitik zekâlarını geliştirdiler . neolitik'teki bu erkil uyanışıyla erkekler , kaba güçlerinin farkına vardılar ve bu eziciliklerini , fiziksel üstünlük fikirlerini , avcılıktan kadının üzerine doğru kaydırdılar . kendilerini işe yaramaz hisseden ve geçmiş zamana göre yaşam süreleri artan yaşlanan erkekler , geliştirdikleri analitik zekâlarını yeni genç beyinleri eğitmekte kullandılar . böylelikle gençleri etrafında toplayan yaşlı erkekler bir otorite sağlamaya başladılar .

''tanrıça kadın''a isyan başladı . doğanın içindeki insan doğa kanunlarını ve eşitliği reddederek büyük bir sapma yaşadı .

erkekler , gücünü ezme üzerine kurmaya başlayınca , kölecilik zihniyeti hiç gecikmeden kendini gösterdi . köleliği disipline etmek ve belli bir sistematiğe oturtmak için ''devlet'' sistemi kuruldu . sınıflı toplumlar oluşmaya başladı ve kadına vurulan en büyük darbelerden biri olarak ''devlet'' , kadını tutsak etti . tarihin bilinen ilk devleti ''sümer rahip devletleri'' , kadının düşürülmüşlüğünü sergileyen bir oyun niteliğindedir . destanlarında mitolojik bir dille anlatılan kadının kutsal niteliğinin erkek egemen zihniyeti tarafından yok edilişi , çalınışı , yağmalanışı sergilenir . inanna'nın m'lerini kaybedişi kadın tarihindeki kadının tanrıça'dan köleliğe gidişinin başlangıcıdır .

devlet zihniyetiyle giderek güçlenen erkek , kadını metalaştırır. güçlü ve savaşçı erkeklere kadın , süslenerek cinsel bir obje olarak hediye edilir . eskiden kadının elinde olan cinselliği , eş seçimi , özgürlüğü ve inançları erkek tarafından zaptedilir .

aile oluşumu da bu dönemde yaşanır . aile ; kadının özgürlüğünü kısıtlayıcı , kadını metalaştıran ve köleleştirendir . evde babanın anneyi ezmesi , erkek çocuğun kız çocuğu ezmesi bugüne kadar süregelen bir kölelik göstergesidir . kadın , başarılı bir şekilde güçsüzleştirilir . kadın isyankârdır ancak yüreğinin yumuşaklığı çoğu zaman onu suskunluğa itmiştir . kadın barışçıldır .

devlet kadını zapdetmek için yeterli bir öge olamadı . bu nedenle ''din'' olgusu ortaya çıkartılmıştı. din ile keskin şekilde belirtilmiş kurallar konulur. ve böylelikle kadına büyük bir darbe daha indirilmiştir . artık varlığı bile kabul edilmek istenmeyen kadın yok sayılmaktadır . ilk devletlerin üzerinden geçen birçok tarihsel evre , kadını daha çok metalaştırmak dışında bir değişiklik yaratmamıştır .

yaşadığımız dönemde ise birçok kadın kendini özgür olarak nitelendiriyor ve özgürlüğü belli basit kıstaslara bağlıyor (giyim , vakit , seyahat vb.) .oysa asıl olan özgürlük ancak ''öz''ün gürlşemesiyle sağlanabilir . öz'ü gürleştiren ise ancak öz'ümüzü yeniden keşfederek ve öz'e dönüş yaşayarak sağlayabiliriz .

öz'deki , yani neolitik'teki kadını yeniden bulmamız ve içselleştirmemiz gerekir . kendine güvenen ve birey olarak varlığını ortaya koyabilen özgür kadınlar yaratılmadır. kimi kadınlar erkeklerin diliyle konuşarak , onlarla kendilerini eşitlemeye çalışıyorlar . oysa kadın erkek değildir , erkek gibi olmak zorunda da değildir . istenilen , ''özgür kadın'' olmaktır , kendi diliyle ve kendi özüyle...


''zindan delen''

12 Ocak 2010 Salı

gustav klimt (öpüş)...



alıntı : sembolizm sanat ansiklopedisi
''jean cassou''

adil arslan (batı doğu divanı)...



albüm için link
rar şifresi (key) : sisedekibaliklar


melodiler...

1- turna semahı
2- sultan kim olduğu semahı ve sürü
3- yetiş hacı bektaş semahı
4- uyanış
5- haydar haydar
6- güldür gül semahı
7- özlem
8- ya erenler semahı
9- deli derviş

vodka lemon (2003)...


kış mevsiminin tam ortasında balabanların eşlik ettiği ve kürtçe okunan hüzünlü bir ağıtla karşılıyor bizi votka limon . sovyetler birliği'nin dağılmasından sonra kendi kaderine bırakılan halkların zor şartlardaki hayatından izlenimler sunuyor . hüzünlü bir köy yaşamının yanısıra kürtlerin ve ermenilerin dostça bir arada yaşadığı bir yaşam bu . tabi dilovan'ın damadını vurmasını saymazsak . arada bir gülümseten ve sıkça insanın içini acıtan görüntüleri ve hisleri göreceğiniz ; rus , ermeni ve kürt kültürüne sahip insanların barış içinde çatışmadan ve saygılı bir şekilde aynı havayı soluduğuna şahit olabileceğiniz hoş bir yapıt . genel olarak özlem ve hüznün dışında izleyiciyi gülümseten bazı sahnelerin de göze çarptığı senaryoda en belirgin olanı sanırım arada bir film karesinden pervasızca geçip giden atlı şahıs olsa gerek . hüznü dağıtmak istercesine geçip yarıyor o anki kasveti dört nala atıyla . kısaca film yezidi bir kürt olan hamo'nun yaşantısı üzerinden şekilleniyor . kapitalizmin yoksullaştırdığı insanların kesişen hayatlarını hayranlıkla izleyeceksiniz . aynı zor hayat şartlarında olan nina ve kızı da hamo gibi içinde bulundukları ortamda zor anlar yaşamaktadırlar . nina'nın kızı bir piyano sanatçısıdır aslında . ama geçimini farklı bir yolla kazanmak durumundadır . ve asla kader olmayan bu hayatın ortasında
piyano çalan bir kadının sanatını yarıda kesen korna sesi de kapitalizmin ta kendisidir aslında . hamo fransa'daki oğlundan ümitlidir . ama hiçbir şey beklediği gibi olmaz . evdeki tüm eşyalarını satan hamo , nina ile kıznın piyanosunu da satmak için yola çıkarlar . ve hoş bir süprizle bizleri gülümseterek son bulur film . büyük bir aşk ve gelen baharla birlikte .


sunu : proleter balık




7 Ocak 2010 Perşembe

hrant dink'e mektup...


seni özlüyoruz... ama bugünlerde ne seni sevmenin bir anlamı var ; ne de özlüyor oluşumuzun . bunların hiçbiri ne yazık ki yaşananları değiştirmiyor . keşke buna müktedir olabilseydik , o zaman , bir defa değil bin defa seni özlediğimizi ve sevdiğimizi haykırabilirdik . ama gerçek bu değil . cenazenin peşinden yüzbinler bile senin artık olmadığın gerçeğini değiştiremedi . tıpkı yitip giden , bizden vakitsiz koparılan arkadaşlarımız gibi...

her ölümden sonra , özlemekten başka elimizde ne kalıyor biliyor musun ? bir başucu kitabı gibi yanımızdan eksik olmayan hüzün ; göğsümüzün tam ortasına gelip oturan ve nice şairlerin halâ tarif edemediği o ağırlık . o ağlamak noktasına kadar gelip de dayanmak ve orada sabitlenmek , ''böyle gitmeyecek'' demek...
oysa gidiyor işte . sen de gittin...

biz senin ardından yüzbinler olarak yürüdük . biz senin ardından milyonlar ağladık . ama işte o gidişi durduramadık . durdurabilseydik eğer , senden hemen sonra ''malatya vahşetini'' yaşar mıydık ? ''bosna olmayalım'' derdine düşer miydik ? savaşı ve insanların ölümünü alkışlayan tek kişi bile çıkar mıydı ? durdurabilseydik , ''tarihimizle barışalım'' noktasından ; komşularımızla barışalım noktasına gelir miydik ? komşularımızla barışmanın , aslında tarihimizle barışmaktan geçtiğini bilmek bile sonucu değiştirmiyor . şimdi senin bizden koparılmanın üzerinden yıllar geçti . biz ısrarla senin düşlerindeki gibi bir ülke ve dünya için mücadelemizi sürdürüyoruz . kürt diye , türk diye , ermeni diye kimse kimseyi ötekileştirmesin diye çırpınıyoruz .

çırpınmaya devam ediyoruz . bu çırpınma , bilinmeli ki komşumuzu , insanı , hayatı ve dünyayı savunma siyasetidir . yüzyıllardır iç-içe , sırt-sırta yaşamış insanlar birbirlerine düşman edilmeye çalışılıyor ; ve bu düşmanlıktan iktidar elde edilmeye çalışılıyorsa , bugünün devrimci siyasetinin öznesi de bu olmalı...

ömrünü , hayatı savunmaya adamış olan senin , hayattan koparılmandan sonra , bu büyük siyaseti ne kadar etkili kılabildik ; ne kadar insan ''bizi birbirimize düşman edemezsiniz'' diyebildi ? o günden bu yana kendimize bu soruları soruyoruz . ve seni sarmalayamamanın , o karanlık ellerin sana uzanmasını engelleyememenin acısını hissediyoruz . sana uzanan o elleri bir daha hayatımızdaki aydınlık yüzlü insanlarına uzanamaması için , daha kararlı ve inatçı çıkıyor sesimiz !

giderken bize , umutlarını emanet etmiştin , biz de onları kucaklıyoruz . bu ülkede onurlu olmanın güzelliğini gösterdin . seni ardında bıraktığın umutla ve sevgiyle kucaklıyoruz...


''ikiz balık''

4 Ocak 2010 Pazartesi

seni düşünmek...

düşmek ,
gözlerinden
hayâlperisinin kucağına
öpüşmek ,
uykudaki düşlerle sevgilim
ırmağın akmayan koludur seni düşünmek
düşünmek akıl işidir
ecnebi bilim adamlarından alınmış
homeros'un ilyadası ,
yedi uyurların mernuş'udur
ki uyanana kadar görülmesin kirpiklerinde
daha nicedir dağ yoncalarıyla kol kola
çobanla kardeştir seni düşünmek
bilimdir bildiğini unutan
başa saran kaset gibi tek tek
tek tek , ince ince ayıran bilmediğini
sonra bilmediğini de unutan
bir keşmekeş arasında
süreğen sessizliği bozup
uyandırmaktır karanlığı uykudan
seni düşünmek


''beta''

2 Ocak 2010 Cumartesi

soğuksu günlüğü üç...

sıradan bir gün , kasım 2007

kedi yine kapının önüne az evvel boğduğu ve fazla yıpranmamış fare cesetlerini bıraktı . fare cesetleri öylesine canlıydılar ki , üzüldüm . kediye teşekkür ettim ve yenisini istemediğimi anlattım ona . biraz üzüldü ama yapacak bir şey yok . ''gözlük'' güzel bir omlet hazırladı bana . bu onun öldükten sonra yaptığı en güzel omletti . sonra biraz çalıştım . sonra da yattım . yatar yatmaz çöle gittim . uyandığımda gürül gürül bir yağmur yağıyordu . hiç düşünmeden , kediyi evde bırakıp istanbul'a bir bilet aldım .

katil-im , aralık 2007

bugün bu evde ilk cinayetimi işledim . herifi kafasından vurdum . anında duvara çivilendi . duvarda kan izleri kaldı . hemen ölmedi , bir kurşun daha sıkmasını istedim . bir el daha ateş etmedi... adam nihayet öldü . savaş istiyordu . çizgi çizgi öldü . kurşunu sıkan ben değildim ama vur emrini ben verdim . şimdi yüksekçe bir bina çizip , kendimi oradan atacağım . umarım paramparça olurum .

mahallenin müziği , ocak 2008

tırtıl doğukan , imam olmak istemiyor . bana geliyor ve édith piaf dinliyoruz . halasından bahsediyor . keman olmuş halası . bildiğin bir keman . ama ne keman... değişim onlarda ırsi galiba .


''lepistes''
burada anlatılan her olay yaşanmıştır

bir yol arıyorum...

bir yol arıyorum...
kokunu duyabilmek adına ,
bilinmedik çiçekler kokluyorum ,
hiçbiri değil ki senin tadında
bir yol arıyorum...
gözlerinin içine bakabilmek adına ,
gözlerimin içine bakıyorum ,
en dibinde seni bulabilmek ümidiyle
tam yakalamışken ,
bir göz kıpırdamasıyla kirpiklerimde son buluyorsun
bir yol arıyorum...
elini son kez sımsıkı sıkabilmek adına ,
bütün bedenim hayâl olmuş bir ölü âdeta ,
yaşamama sebep olabilecek bir el aramakta
ellerini cebinden çıkart ,
koy beni karşı kıyına
bir yol arıyorum...
seyyâhların ulaşamadığı ,
kaptanların limanlarda sevgili bırakmadığı ,
hiçbir geminin yanaşmadığı ,
bir sen arıyorum...
eşsizlik sana kavuşmuş
bir benim kavuşamadığım
bir sen...


''paranoyak balık''

birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...