30 Temmuz 2009 Perşembe

15. köfte ve polis şenliği...

başlığı okuyunca böyle şenlik mi olur diyeceksiniz eminim , ancak zonguldak karaelmas üniversitesi 15. kültür sanat spor şenliği süresince bakıp göreceğiniz yalnızca bu ikisiydi . hayatımda ilk defa bir üniversitede şenliğe katıldım . şenlik başlamadan günler önce şenliğe dair çok umutlarım vardı , çok hareketli ve eğlenceli geçeceğini düşünmüştüm , ancak ; gelin görün ki , şenlikte 15-20 köfte standı ve çok sayıda resmi ve sivil polis dışında hiçbir şey yoktu . öncelikle bu kadar çok gıda olması kısmen anlaşılır , hem esnaf , hem de standları açan ve çalışan öğrenciler para kazanmış oldular , ama bir eğitim kurumunda düzenlenen şenlikte daha çok , bilim ve teknik konulu standlarının olması gerekirdi . oysa burada sadece makine mühendisliği öğrencilerinin kendi yaptıkları makineleri sergiledikleri ve genel kültür yarışması düzenledikleri standlar dışında kayda değer bir şey yoktu...

en önemlisi bu şenlikte okul içinde ve dışında çok sayıda resmi ve sivil polislerin olmasıydı . 12 eylül sonrasından son derece apolitik ve asosyalleşmiş ; politik olanların ise büyük çoğunluğunun aşırı derecede milliyetçi olduğu bir süreçte halâ üniversite öğrencileri üzerinde bu kadar devlet baskısının olması sizce de çok ilginç değil mi ?

hiç kuşkusuzki kapitalist sistem , öğrenci gençliğin sistem aleyhinde taşıdığı ( bugün bastırılmış olsa da ) potansiyelin farkında . sizce de öyle değil mi ? yoksa neden bir üniversitede düzenlenen şenliğe köfte ve polis doldurulsun ?


''istavrit''

''iktisat siyaset''ten ''apollo''

27 Temmuz 2009 Pazartesi

rage against the machine (the battle of los angeles)...





albüm için link
rar şifresi (key) : sisedekibaliklar

melodiler...

01- testify
02- guerrilla radio
03- calm like a bomb
04- mic check
05- sleep now in the fire
06- born of a broken man
07- born as ghosts
08- maria
09- voice of the voiceless
10- new millennium homes
11- ashes in the fall
12- war within a breath

kan - panya 2...

haydi gençler , rektör hocanızın ve tüsiad'ın daha önceden belirlediği siyasete
haydi gençler -siyaset istersen- biber gazı yemeye
haydi gençler -halâ başka siyaset istiyorsan- cezaevine
haydi gençler -işsizseniz- askerliğe
haydi gençler -askerlikten sonra bol bol kutlayacağınız- işsizlik bayramına
haydi gençler , uçurtmaları vurmaya
haydi öğrenciler !
haydi yök kışlaya (pardon , üniversiteye)
haydi öğrenciler , paralı eğitime
haydi öğrenciler , paranız yoksa joplanmaya
haydi hastalar , genel sağlık(sız) sigortasına ; sonra da paran kadar sağlığa
haydi hastalar , aile hekiminize çay içmeye
haydi öğrenciler , staj bahanesiyle sömürülmeye
haydi öğrenciler , büyük şehirlerde yoksullar ordusuna katılmaya
haydi gençler , esnaflarla birlikte farklı olduğunu düşündüklerinize karşı linç gerçekleştirmeye
haydi türkiye , genel seçime
haydi demirel , ilhan selçuk'la birlikte siyasete
haydi patronlar , seçilmeye
haydi patronlar , parlamento kasalarını açmaya
haydi yoksullar , sizi boğazlayanlara oy vermeye
haydi işçiler , grevlerinizi , sendikanızı yasaklayanları meclise taşımaya
haydi aleviler , maraş'ı çorum'u sivas'ı kana bulayanları iktidara taşımaya
haydi işçiler , akp'ye
haydi işçiler , mhp'ye
haydi işçiler , chp'ye
haydi hep beraber daha fazla yoksullaşmaya...



''crispos japon balığı''

26 Temmuz 2009 Pazar

ters orantılı güç...

birkaç gün önce izmir konak meydanında toplanan 30 kadar öğrenci , harçlara yapılan zammı protesto etmek amacındaydı . bu amaçla orada çadır kurarak durumu protesto etmek istemişlerdi . bu durum kapsamında polisten anlayış bekleyen öğrenciler , karşılarındaki polislerin pek de anlayışlı olmadıklarını kısa sürede anladılar . eylem için direnen öğrencilerin üzerine joplarıyla birden bire saldıran polislerin anlayışsız ve orantısız kullandığı şiddet hepimizi şaşkına çevirdi . aslına bakarsanız pek de beklenmedik bir durum olmadığı için çok da şaşırmadık bu duruma . yine öğrenciler acımadan joplanarak yerlerde sürüklendi ve tutuklandı... bugün de buna tam ters orantıda bazı gelişmeler oldu . istanbul'da çin başkonsolosluğu önünde protesto için toplanan uygur türklerinin destekçisi türkistanlı'lar , konsolosluğa doğru yürümeye başladılar . biraz daha yürüdüklerinde polis barikatlarıyla karşılaşan grup pek de sakinleşecek gibi değildi . ancak , izmir'deki gençlerin üzerine hiçbir taciz olmadığı halde joplarla saldıran polis , nedense bugün polis barikatının üzerinden tırmanmaya çalışan türkistan'lı şahısları , ne tuhaftır ki tepkisiz bir şekilde izlemekle yetindi . söylemek istediğimiz onlara neden saldırmadılar değil tabi ama barikatın üzerinden tırmanıp polise saldırmaya çalışanların joplanmadığı bir durum sözkonusu olabiliyorsa ; neden izmir'deki gençelere de aynı tavır sergilenmediğidir . polisin bu yumuşak tavrından etkilenip çin bayrağı yakan şahıslar , az kalsın kendi bayraklarını da tutuşturacaklardı . son anda ''aman bizimki yanmasın'' dercesine kurtarıldı bayrak . işte durum böyle . tuhaflıklar devam ediyor . tanrı türkleri korusun . gerçi polis koruyor ama neyse ...


sunu : proleter balık

abadinimsin...

şimdi hangi anıyı hatırlasam,
bana güzel geliyor.
bütün kırılmışlıkları bir kenara koyup
parçadan bütün oluşturuyorum
tümden geldim tüme varıyorum
her şeye inat
kaybetmek için değil kazanmak adına savaşıyorum .
kaybetmek kazanmaktır aslında
ben kayıplar arasından buluş çığlığıyla ;
sevdamı gökyüzüne savurdum .
birgün öylesine değil de , tüm bilincinle gökyüzüne baktığında
yağmur sonrası oluşan gökkuşağı rengindeki sevdamı sana sunmuş olacağım
sevdamı renklerde yaratacağım .
her zaman değil ender zamanlarda oluşan
yağmurun her damlasıyla çoğalan sevdam ;
yağmur sonrası görmek isteyene
renklerde yaşamak adına
farklı zaman kiplerinde anlam kazanacak .
düşündükçe ufkun anlam darağacıgını zorlayan bir üst cümle kurduğumda
toplamında sana ulaşan sonsuzluk uzamında
anlamlandıramadığım (sonsuzluk) abadinimsin...



''son balık''

25 Temmuz 2009 Cumartesi

kan - panya 1...

haydi vatandaş , ''terörizme'' karşı kitlesel seferberliğe ( siz ''linç''e diye okuyun)
haydi askerler güneye operasyona , kerkük'e petrol içmeye
haydi kürtler , göçe ; kürt olduğunu söylemenin yürek istediği şehirlerde , işsizliğe ve yoksulluğa
haydi süikastçiler seçimden önce iş başına
haydi aydınlar , işçiler , sosyalistler , suikaste uğramaya
haydi solcular , vatan millet sakarya'ya
haydi solcular , tandoğan'a , çağlayan'a
haydi marsistler ! utangaç milliyetçilik adına yurtseverliğe
haydi çocuklar - oyuncaklarınızı bırakın- , katil olmaya
haydi özgür basın , patronların tekeline ; yalan ve şövenist haberlere
haydi kızlar , sendikasız sigortasız tekstil atölyelerinde pamuk tarlalarında sömürülmeye
haydi kadınlar kardeşlerinizin elinden çıkan ölümle , töre cinayetlerine
haydi bıyıklı kadınlar , patron kocalarınızın yanında siyasete .



''crispos japon balığı''

24 Temmuz 2009 Cuma

otobüs soundtrack...



albüm için link
alternatif link
rar şifresi (key) : sisedekibaliklar



melodiler...

01- giriş
02- yola çıkış
03- otobüs
04- sona doğru
05- son

nora luca (siamo fuori)...




albüm için link
rar şifresi(key) : sisedekibaliklar


melodiler...

01- ojotas hasta mayo
02- siamo fuori
03- borino oro
04- japon
05- cancion del subte
06- the dance of fire
07- amarettis para todos
08- janosh ningun
09- der yid in macedonia
10- dem trisker rebns chosidt
11- te acompaño a la parada
12- ukrainer chosisl

23 Temmuz 2009 Perşembe

hamur-iş'te bir düş yolculuğu...

sıcak bir kadıköy akşamüstüsü . sırtımızda ıslak gömleklerle , içimize işleyen kuraklığa yazarak çözüm arıyoruz , bu basık ve yarı aydınlık hamur-iş'te . sokaktan gelen sesler insana nerede olduğunu unutturuyor . bir ingiliz'in cümleleri ingiltere'ye ; bir alman turistin cümleleri avrupa'ya veya bir çinli'nin ilginç sözcükleri bizi asya'ya götürüyordu . ama biz hep aynı noktada bir masanın başında bir şeyler karalıyorduk sarı saman kağıda ; şimdi bambaşka yerlerde olma heyecanıyla...

otobüs az önce kalktı . nereye gittiğimizden habersiz muavinin sorularını yanıtsız bırakıyoruz . üç kişiyiz...gökyüzü , yüzündeki gülücükle otobüsün penceresine sıcak mektuplar yolluyor . önümüzde yollar , umuda heyecana koşuyor . şimdi geçtiğimiz sıra dağları görmemiştim hiç . altında yolaldığımız gökyüzü yepyeni . aldığımız her nefes yepyeni . eskiyen her şeyi geride bıraktı bu yolculuk . neşeli bir balkan ezgisi çalıyor , her notasında neşe ve coşku dolu . üç kişiyiz ...dördüncümüz gülümseyen bir kadın yüzü gibi ışıldıyor . yeniden başlıyor her şey . ver elini dünya , götürelim seni de ...


''crispos ve proleter''

20 Temmuz 2009 Pazartesi

prometheus...

prometheus'la ilgili dört söylence var . birincisine göre , tanrılara ihanet ederek sırlarını insanlara aktardığı için kafkas dağlarında bir kayalığa zincirlenmiştir ve tanrıların yolladığı kartallar , prometheus'un yendikçe sürekli yeniden büyüyen karaciğerini yemektedir .
ikincisine göre , hiç durmaksızın didikleyen kartalların gagalarının verdiği acıyla giderek kayaların derinine ve daha derinine gömülmüş ; en sonunda da kayayla birleşerek onun bir parçası olmuştur .
üçüncüsüne göre , geçen binlerce yıl içinde prometheus'un tanrılara ihaneti unutulmuş , tanrılar unutmuş , kartallar unutmuş , kendisi de unutmuştur .
dördüncüsüne göre , herkes anlamsızlaşan bu olaydan bıkıp bezmiştir . tanrılar bezmiş , kartallar bezmiş , yara bezmiş kapanmıştır .
geriye kalan , açıklanamaz dağ sıralarıdır . söylence , açıklanamayanı açıklamaya çalışır . gerçeklik temelinden kaynaklandığına göre , açıklanamaz olanın krallığında sonlanması gereklidir .

alıntı :
''franz kafka''

*mavi oktav defterleri adlı kitaptan

bir temmuz akşamı...

hey asker ne yapıyorsun diye sert bir ses duyuldu , derin bir denizin dibi gibi karanlık bir gecenin içinden . kulağıyla sesi dinleyen asker , omzunda silâhı ile serin bir temmuz gecesi van'ın gürpınar ilçesinde , karanlık gökyüzünün ortasına ufak pırlantalar gibi serpiştirilmiş yıldızlara dikmişti gözlerini . alıp onu götürmüştü belki de o gece yıldızlar başka bir zamana . hey asker ne yapıyorsun diye sert bir ses duyuldu ,en yüksek yerine pırlantalar gibi parlayan yıldızlar serpiştirilmiş karanlık gecenin içinden . asker , omzunda silâhı ile gökyüzünde kayan yıldızları sayıyordu . saydı , saydı , bıkmadan saydı . üç saatlik nöbeti içinde tam yirmi yıldız kaydı . omzunda silâhı asker , saydı tüm kayan yıldızları gözünü kırpmadan baktığı gökyüzünde . oysa yakışmazdı omzunda silâhı asılı olan bir askere , nöbet sırasında kayan yıldızları saymak . oysa asker her şeyden nefret etmeliydi . kayan yıldızlardan bile . ama o omzunda silâhı varken bile düşünmedi öldürmeyi ne yıldızları ne de başka bir canlıyı .



''proleter balık''

hançer...

geçen sonbahar gömmüştük hançerimizi
kare taşlardan yapılmış bir avluya
hem değerli, hem keskin bir hançerdi.
kabzası erimiştir şimdi , benziyordur
sığırtmaçların yosun tutan saçlarına .

iskeletine kan yapışmıştır yer altında ,
solucanların , atmacaların kanı .
avluyu örten kan taşlarına düşüp
derinlere dağınık bir çizgi biçiminde
uçmalarını gönderen atmacaların kanı .

yollarındaki fenerleri yakmıştır deniz .
hançer tek yenilgisini bizden almıştır,
bakmaktadır oluğunun ülkesinden akşama ,
düşerken kanatlarına tutunan kuşlara .
ve biz son yenilgimizi ondan almışızdır.

bir dilencinin sesindeki gri sessizliği
nedense ürkütüyor, dağcıların göğünü,
denizleri sırtlarında birer panterle geçen
ip yürekli gemicilerin yüzünü ürkütüyor
bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü.


''ülkü tamer''

gadjo dilo soundtrack...





albüm için link
rar şifresi(key) : lipsoz


melodiler...

01. monica juhasz-miczura & gipsy star - nora luca
02. adrian simionescu & orchestre marin joan - tutti frutti
03. adrian simionescu & orchestre marin joan - copza luca
04. rona hartner, valentin rotary, petre badea - dispraitra
05. adrian simionescu & orchestre marin joan - mama me
06. gipsy star - l' amour en liberte
07. orchestre marin joan - cabaret
08. rona hartner, valentin rotary, petre badea - dandaro
09. rona hartner, valentina popescu - camera
10. gipsy star - frissons
11. vasile serban, isidor serban, ionescu serban - mariage
12. andrian simionescu & orchestre marin joan - camera (enfant prodige)
13. monika juhasz miczuca + gipsy star - nora luca (reprise)

bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü...

kahire'nin ekim gecelerinden birinde , bıçaklar nobel ödüllü yazar ''necip mahfuz'' için kalktı . ''midak sokağı''nın yazarı 82 yaşındayken , evinden çıktıktan sonra sokakta , islamcı bir militanın saldırısına uğradı . nobel ödülünü kazanan ilk arap yazar olan mahfuz'un atardamarlarından biri , gelen bıçak darbesiyle önemli derecede hasar görürken , hastaneye getirilir getirilmez , yaşlı yazara 4.5 litre kan verildi . 82 yaşında , kahire aşığı bir adama ne yürekle bıçak sallanır bilemiyorum ama , ömrünün son ışıltılarını saçan mahfuz bir takım çevreleri varlığıyla bile rahatsız ediyordu belli ki . onlara göre mahfuz , kendi yolları üzerindeki bir sokak feneriydi . söndürülmesi gerekiyordu . çünkü cehalet , karanlığı seviyor ; karanlıkta çekilen bıçaklar yerini daha kolay buluyordu . bunlardan birisi de , milano'da ettre capriolo'yu ziyaret etmişti . capriolo , salman rüşdi'nin ''şeytan ayetleri''ni italyanca'ya çevirmesinin bedelini kanını akıtan bir bıçakla tanışarak ödüyordu . kitabın japonca çevirmeni olan hitoshi igarashi ise , yaşamının kalan kısmını , tokyo'da tabancalı bir katile teslim etmişti .

çevirmenlerin dillerinin varmadığı bu tür bir ölümle karşılaşmalarını ilk kez duyuyorum ama , şairler ve yazarlar birçok kez kalemlerini bir bıçak gölgesi ya da kurşun sesiyle bırakmışlardı . ispanyol federico garcia lorca , kübalı jose marti , macar sándor petöfi , rus aleksei gastev , mikhail yuryevich lermontov , ingiliz thomas e. hulme , bulgar nikola vaptsarov bunlardan yalnızca birkaçı... hulki aktunç , ''yankının yankısı''nda soruyor :

''nasıl tanımlanabilir bellekte bıçak yarası''

sanata ve aydınlık düşünceye ne kadar saldırılırsa saldırılsın ; şairlerin ve yazarların öldürülmeleri belleğimizde kapanmayan birer bıçak yarası gibi kalıyor . sözcüklerin arasına sızıp hiç kurumaksızın orada kalıyor kan . nasıl unuturuz o duygu yüklü yüzünü sabahattin ali'nin ? hızır paşa'nın astırdığı , ''can için yalvarmam sana'' diyen pir sultan'ın sazını ? nasıl unuturuz cesedi sokaklarda dolaştırıldıktan sonra asılan nesimi'nin derisini yüzen bıçakları tutan elleri ?
söyleyin nasıl unuturuz ;

''ölsem ayıptır , sussam tehlikeli
çok sevmeli öyleyse , çok sevmeli''

diyen metin altıok'un yüreğini ?

''sen bu şiiri okurken ,
ben belki başka bir şehirde ölürüm''

diyen behçet aysan'ı ? ki o , bir hekim olarak bıçağı bile hastalarını iyileştirmek için kullanmamıştı . ve nasıl unuturuz onları , yüzlerini , binlerini ? bir şiirine ''unutmak yok'' adını veren pablo neruda'yı sonra :

''şiiri kim öldürebilir ki ? kedi gibi yedi canlıdır şiir . ona işkence ederler , sokaklarda sürüklerler , üstüne tükürürler , alay ederler , etrafını dört duvarla çevirirler , sürgüne yollarlar , ama şiir bütün bunları yaşar , tertemiz bir yüzle , gülümseyerek ortaya çıkar sonunda...''

işte tertemiz bir yüzle , gülümseyerek yeniden , yeniden , yeniden ortaya çıkan şiirin ''kesik damarları''nı bir kez de hayati bâki bir araya getirmiş . ölümün büyük bir hastalık olduğuna inanan ; denizi , kuşları , çocukları , ağaçları çok seven ; hatta ''keşke ağaç olsaydım'' diyen bâki , ''öldürülen şairler kitabı''nda belki de şu anda gökyüzünün şiirle titrediği bir köşesinde toplanmış olan şairleri , şiirlerinden örneklerle kitaplaştırmıştır .

***

şiirdeki bıçağın taşa sürtünmesiyle çıkan patlama sesi , ülkü tamer'in başka bir şiirinde ''bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü''ye dönüşür . ama , günümüzde bir bıçağın bir yazara saplanırken çıkardığı gürültü , ne yazık ki bir hançerin paslanırken çıkardığı gürültü kadar bile duyulamıyor . belli ki , sabahtan akşama kadar aralıksız olarak ''bu kızın size kazak örmesi gerektiğini'' anlatan müzik parçalarını çalan radyolarımızın ; sanatçı adı altında kıl tüy ne kadar kişi varsa ekrana dolduran , bilgi yarışmalarında neredeyse ''türkiye'nin başkenti ankara mı ?'' diye sorup , ''evet'' diyenleri alkışlatarak armağan verecek duruma gelen televizyonlarımızın ; evinizin duvarlarını kaplatabileceğiniz kadar çok armağan kuponu veren gazetelerimizin sesini gereğinden fazla açtınız !

bu işitme özürlü haliniz , sanırım ondan !


alıntı :
''akgün akova''

*güzel atlar ülkesi adlı kitaptan

19 Temmuz 2009 Pazar

atlının türküsü...

kordoba
uzakta , bir başına .

siyah midilli , dolunay
ve heybede zeytin .

bilirim de yolları
varamam kordoba'ya .

ovadan doğru , rüzgârdan
siyah midilli , kırmızı ay .
ölümdür bana bakan
külelerinden kordoba'nın .

yol ne uzun , oy !
yiğit midillim , oy !
oy ki , bekler beni ölüm
varamadan kordoba'ya !

kordoba
uzakta , bir başına .


''federica garcia lorca''

good bye lenin soundtrack...






albüm için link
rar şifresi (key) : sisedekibaliklar


melodiler...

01- summer 78
02- coma
03- childhood 1
04- form prison to hospital
05- mother
06- watching lara
07- dishes
08- first rendez vous
09- the decount session
10- laras castle
11- the deutsch mark is coming
12- i saw daddy today
13- birthday preparation
14- good bye lenin
15- childhood 2
16- the letters
17- mothers journey
18- preparation for the last tv fake
19- mother will die
20- father is late
21- father and mother
22- finding the money
23- summer 78 (mit claire pichet)

18 Temmuz 2009 Cumartesi

oren bloedow and jennifer charles (la mar enfortuna)...


oren bloedow and jennifer charles...los marineros

oren bloedow and jennifer charles...salome


oren bloedow and jennifer charles...el ladron


albüm için link
rar şifresi(key) : sisedekibaliklar

melodiler...

01- lamma badah
02- la rosa
03- ayyu-ha s-saqi
04- quinze anos
05- el ladron
06- salome
07- los marineros
08- la uno yo naci
09- porke yorach
10- yo m'enamori d'un aire

özledim insanlığımı...

kilitli kapılar korkutuyor beni
ağlayan bir çocuk sesi ,
içimi yaralayıp duruyor
betonlarla çevrili bir kentin ortasında...
bir taraftan yağmacılar
toplayıp yakarken kitaplarımızı
bir taraftan da gergedan sürüleri gibi
karanlığın içine uzattığımız ateşi
söndürmek için geliyorlardı ayaklarıyla...

onlar karanlık odaları seviyorlardı
birbirlerinin yüzlerindeki çirkinliği ,
görmekten korkuyorlardı .

kilitli kapılar korkutuyor beni
tutsak sevdalarla kuşatılmış bir ülkede...
nasıl sevebilirimki bir başkasını ,
devrimi bu kadar çok sevmişken ?

sen ki seviyorsan gerçekten
aç kapımı , gir içeri
dal odama , yak ışığı
özledim çünkü insanlığımı
betonlarla çevrili bir kentin ortasında...


''proleter balık''

aydın ateşçi...

karanlıkta tıkırdıyor
uykulu uykulu raylar
tutmuyor bir yerim
öylesine yorgunum .
iç geçiriyor biri :
''umut yok...''
hayır ! var !
beni bekliyor dünya .

biliyorum ben yerimi hayatta
kaptırmam öyle
postumu ucuza .
ekmek ve özgürlük kavgasında
onurla öleceğim ,
bir işçiye yakışırcasına .


''nikola vaptsarov''

ilk defa sever gibi bir başka sevmeyi...

bir şeyi ilk defa sever gibi
ayın tutulduğu her yerde ilk ay tutulması belki
içime bir bıçak ilk kez ,
kan nasıl da ılık
nasıl sorardım ;
ayaklarım arzan bir bıçak gibi delerken küreyi

bir şeyi ilk defa sever gibi
göz çukurumda ilk kitabı görmenin mürekkep izleri
neil armstrong'un ayak izleri bilinemezlerimizi ezerken
bilincimizi ezerken bildiklerimiz
ağır yaralı bir tetiğin
akla doğru sessiz bir yolu katedişi

bir şeyi ilk defa sever gibi
uzun kahve , koyu çiğ , ince damla , bir mucize kesinliği
artık bir söz bir sözü saracak kadar yakın
ve artık uçurum mutlak
bir ses bir sesi , çocuk unicorn'u , rüyâ ölümlü gerçeği

bir şeyi ilk defa sever gibi
tanrısızlığın kandil geceleri , yanık helvaların tarihi
gözlerin gizli , parmak uçlarında topluiğne aşkları - sırça ölüm -
anısız bir öpüşme
her tarafı sünnet bir asya'lı nasıl ezer vişneçürüğü çimenleri

bir şeyi ilk defa sever gibi
ilk defa sever gibi diri meme uçlarını , taze dilini , yoğun tenini
arzın patlayacağı fikrini sever gibi serin ve kanlı bir histe
kurşunun kağıda dokunduğu ânı
bir başka sevmeyi sever gibi şaşkın , aşkın el tutuşma saatleri


''orhan alkaya''

mari boine (idjagiedas)...




albüm için link
rar şifresi (key) : orkinos


melodiler...

01- vuoi vuoi mu
02- idjagiedas
03- suoivva
04- gos bat munno cinat leat
05- mu ustit engeliid sogalas
06- davvi bavttiin
07- lottas
08- diamantta spaillit
09- geasuha
10- afruvva
11- uldda nieida
12- big medicine

umut (1970)...



nedir bu umut ? kendi ülkesinde yoksulluk çeken insanın kuru ekmeği mi ; yoksa yalanlarla bezenmiş burjuva kapitalizminin bir başka yalanı mı ? . belki tüm gerçekliklerden mahrum kaldığını düşünmektir . belki de en büyük umutsuzluktur umut . her şeyden umudunu yitiren cabbar'ın define tutkusu mu yoksa ? dört çocuk babası cabbar geçimini at arabacılığı yaparak sağlayan biridir adana'da . ancak yeteri kadar para kazanamayan cabbar'ın birçok kişiye borcu vardır ama işleri pek iyi olmadığından durmunu bir türlü düzeltemez . günden güne kötüye giden işleri yüzünden psikolojisi de bozulan cabbar , arkadaşı hasan'ın ısrarıyla bir hoca eşliğinde düşlediği yaşamı başka yerlerde aramaya karar verir . ve işte bu filmde de gerçekdışı umutlarla beslenen insanların en büyük düşmanı olan ''umut'' sözcüğünün anlamını kestirmeye çalışacağız biraz . hiçbir şeyi olmayanların umudu vardır . maddi sıkıntılar içinde olmayanların ise umuda ihtiyacı yoktur ! tüm insanlığın umut bataklığından kurtulup mutlu bir gerçeklik içinde yaşam sürmesi gereksiz umutları da ortadan kaldıracaktır . filmde cabbar'ın arkadaşı hasan'ın da dediği gibi ''yoksulun yüzü soğuktur . çünkü parası yoktur''. bir kuru ağaçtır böyle yaşamak . insanı çıldırtır .


sunu : ''proleter balık''




17 Temmuz 2009 Cuma

küskün...

aldım denize bıraktım yüzünü sessizce
suda dalgın bir mitos bir balığın ağzından

kentleri anlayınca gördüm mahcup serçeleri
saçaklar küskün ahşabın dilinden

gürültüsünü emziremez olmuş toprak
bir ağaç gölgesine uzanıvermiş bir ev

günler de ölüp gidiyor anılarını yazamadan
giderek eskiyor akşamın sesi

ve sen alacakaranlıkta belli belirsiz anımsanan
uzunca bir yolu gider gelirdi gözlerin

beni öpersen tüneklerim dağılır zamana
avlun olurum arsız otun

ah! dinsel diyalektik : arzu ve günah
saklarım tenimde kumaşa batan iğneyi

ağırlaşır taş plak, kan kesilir gece
sonrası ürkü, bir çağ yenilgisi

söz soyunup çıkarken kabuğundan
saydıkça çoğalıyor saydıkça hamam böcekleri



''gonca özmen''

bir melek satın aldım...

sevgilim bana sözlükse özgüyüm ona
yoksa , yanan tahıl ambarında dolaşmak bana göredir
bir arkeoloji müzesinde kendi maketimle karşılaşmak keza ,
bana göre aynı göz hizasında hâlâ ,
sosyalist bir piyanist/in parmak boylarının eşitliği ile
polis kurşunuyla devrilern yunanlı bir anarşist çocuk olmak ,
illa bankaları , beton şatoları ateşe vermek bir kafka romanında
ve o gece gökyüzünde kaç yıldız varsa o kadar yıl
hapis yatmak ruhunun uyuşmuş ormanında çınarlara sıkıca bağlı
tam bana göre harfleri teslimiyetçi rakamlara tercih etmek
ve savaş başladığında aşk ile aşktan kaçmak , keza...

bir melek satın aldım dünyanın en küçük köyünde
en küçük dükkândan en küçük metal paralarla
sarısı maviye yakın , siyahı hafif kızıl tonda yumuşak ya da silik ,
gündelik meleklerden biri işte
kanatları yolunmuş , gözleri oyulmuş , dili kopartılmış bir melek
ne kur'an'da ne incil'de / ne zebur'da ne tevrat'ta ne de das kapital'de
belki sadece yağmurlu bir akşamüstünde geçiyor adı
evet , şimdi geçiyor adı , önünde hüzünden müteşekkil konvoylarla...

aslında
tanrısı bilinmeyen meleklerden korktuğum sonbaharlar bunlar ,
arkandan koşup gelip acımadan kafana sıkan hayvanların cenneti
ihanetler , iftiralar , yalnızlıklar kâlbimize ödül
öyle bir tasvirin içinde müebbetiz ki ,
karakolda ''kimliğim yok , kişiliğim var'' diyebilmek cesareti...
tekrarı olmayacak cinayetlerin suç aletiyiz melek , tutun bana ,
hep düşen bir şeye dönüşmekle bitiriyoruz macerayı , sükunet zül ,
yahut bir arab'ın ta amerika'ya fırlattığı ayakkabıyız
ya da altı delik bir ayakkabı hrant'ın ayağında...

yahut varoşlarda bir somun ekmeğin pırlanta değeri
gökyüzü , yeryüzünün mücadeleye teşekkürüdür
yahru konsolosluk balkonunda göndere çekilen kara bayrak
bütün taçlar lazımlık olacak
yahut bir bok değiliz , foseptiğimiz böyle
birbirine veba armağan eden sıçanlarız devasa bir lağım kanalında...

bir melek satın aldım dünyanın en küçük köyünde
en küçük dükkândan en küçük metal paralarla ,
sonra hayatta unuttum onu
bırakmışım yanlışlıkla sıradan bir akla
melekse eğer gerçekten , melekliğini bilecek elbette
ölmeyecek biz de ölene kadar , biz de kazanana kadar
sevgilim , kabul et bu meleği , içindeki fişekte sakla !



''küçük iskender''

16 Temmuz 2009 Perşembe

pamuklu düşler...

kadın işe çıkar :

usulca içeri girer . içerisi karanlıktır . pencerelerdeki kirli , kırmızı perdeler... o bildik koku... rahatsız olur . duymamaya çalışır . yatak , odanın ortasında , kendisi gibi tek başınadır . hemen soyunur . soyunurken , kronikleşen titremeler başlar . kendini yatağa bırakır . bir süre yatakta da titremeye devam eder . gözlerini kapatır . başka şeyler düşünmeye çalışır ...

trenle başlayan göçler... pamuk tarlaları... portakal bahçeleri... fındık ağaçları . naylondan çadırlar... okul yoksulluğu... beş taşlar... kimsesiz bir gökyüzü... pamuk kokusu ve bedeninin geceye usulca sarılışı...

kapı açılır . yüzüne bir esinti değer . üşüdüğünü kavrayamaz . içeri biri girer . kim olduğunun önemi yoktur .

düş devam eder :

yaz geceyi tutsak etmişti . ateşböcekleri bile terlemişti o zaman . karıncalar toprağın serin derinliğine doğru bir göçte iken , çadırdaki çocuklar yüzlerindeki ıslaklıkla beslenen sineklerden habersiz , düşlerinde pamuksuz bir yatak özlemi duyuyorlardı .

beden gider gelir . iniltiler... ve ağız kokusu .

çadırdan koşarcasına uzaklaşmak . kimden kaynaklandığı belli olmayan korkular . bir erkek . hem de ilk... nasırlı ellerin bedende bıraktığı yaralar . gecenin koynunda üşütmeyen bir rüzgar . toplanmış pamuk koçanlarının kokusu... uzaklarda yakılan çoban ateşleri... terleyen bir yüz . ağlayan bir çocuk sesi . soluksuz kalmış bedenler . kulaklara fısıldanan sözler...

kapı açılır . sonra sertçe kapanır kapı... düş , usulca yerini odanın kokusuna bırakır . hemen açamaz gözlerini . öylece durur yatağın içinde . sonra içindeki göç durur . yataktan kalkmadan , bir süre tavana bakar...

bedenine değmeden giyinir . kapıyı açıp çıkar...

kadın , akşamın sokağında içindeki korkuyu duymamaya çalışarak yürür . göçlerin uzaklarda bir yerde devam ettiğini unutmadan önünde durduğu kırtasiyeden içeri girer . farklı renklerde satın aldığı defter ve kitap kaplarıyla kalabalığa karışır .


''crispos japon balığı''

sesleniş...

satılmış bir ömrün can çekişmesiydi bu
hayalleri kaybolmuş gelecek
yarını beklerken sonsuzluğa özlem ,
ve sevdaya haykırıştı bu düzen
her limanda alınan yolcu gibi
sılayı beklemekten öte
gideceği yerin hayaliydi
yorgunluğa direnişti bu
her düşüşte tekrar kalkıp devam eden

bu düpedüz bir savaştı
kalleş toprağında
gömülmeyi bekleyen umutlar gibi
solgundu biraz
gül tomurcukken soluyordu burda
çünkü harp vardı
hilekâr düzen tutkunları ile .
bu seslenişti insanlığa
doğmadan gömülmek
yazmıyordu adalet kitaplarında .


''beta''

14 Temmuz 2009 Salı

üç deniz topluluğu / ferda ereren (yağmurlar dinmeden)...




albüm için link
alternatif link
rar şifresi(key) : sisedekibaliklar


melodiler...

01- yağmurlar dinmeden gel
02- bir fırtına tuttu bizi
03- kuş uçtu yavru kaldı da
04- gidiyom gidemiyom
05- adın söylenecek dillerde
06- yanar oldu deli gönlüm
07- sesini ver sesime sensiz türkü söylenmez
08- hekimoğlu
09- yürek uçar dağlara düşer
10- neler ettin bana
11- sıvas'a ağıt
12- ötme bülbül ötme
13- bana ağlama derler
14- kervan

piyano ve şarap eşliğinde idil biret...


geçenlerde topkapı sarayına gelen dünyaca ünlü piyano ustası idil biret , sanırım dünyada eşi benzeri görülmeyen bir kitleyle karşılaştı . ama yanlış anlamayın sakın , bu kitle ya da kemikleşmiş kütle artık her neyse , hem idil bireti hem de birçok kişiyi hayrete düşürdü . çünkü bu kişiler konser izlemeye değil , mukaddes bölgelere dökülen şarap lekelerini çıkartamadıklarından şikayet etmeye gelmişlerdi . şarabın gaza getirdiği birkaç kişilik bu grup konser afişlerini yakarak tatmin olmayınca , soluğu konser girişinde aldı . ancak bu kişilerin niyetinin şarap lekelerini temizlemek olmadığını son anda farkeden cendermeler grubu içeri almadı . hatta idil biret bile arka kapıdan içeri alınarak konser vereceği alana gidebildi . sanırım o grup vakit gazetesini sıkı takip eden kişilerden oluşuyordu . başka zamanda başka bir yerde başka bir temmuz ayında başka bir katliam oluşturma hedefinde olanlar vardı sanki . kendi bensizlikleri içinde yokolmuş bu insanlar çok suçlanamazlar aslında . onlar koca bataklıkta birer yosundur . yahu şarap firmasından biri de çıkıp demedimi acaba olay esnasında ''arkadaşlar gergin biraz herkese benden birer kadeh şarap'' diye . sonra da güzel güzel piyano dinlerlerdi hepsi , ellerinde vakit gazeteleriyle . öğle değil mi ? içelim rahatlayalım .


sunu : ''proleter balık''

13 Temmuz 2009 Pazartesi

frida soundtrack...




08- sólo tú


albüm için link
alternatif link
rar şifresi(key) : sisedekibaliklar


melodiler...

01- benediction and dream
02- the floating bed
03- el conejo
04- paloma negra
05- self-portrait with hair down
06- alcoba azul
07- carabina 30
08- sólo tú
09- el gusto
10- the journey
11- el antifaz
12- the suicide of dorothy hale
13- la cavalera
14- la bruja
15- portrait of Lupe
16- la llorona
17- estrella oscura
18- still life
19- viva la vida
20- the departure
21- coyoacan and variations
22 - la llorona
23 - burning red
24 - burn It blue

almanya postası...





12 Temmuz 2009 Pazar

şişedeki balık haziran 2008 kapak...

şişedeki balık şubat 2008 kapak...

şişedeki balık ekim 2007 kapak...

şişedeki balık haziran 2007 kapak...

şişedeki balık nisan 2007 kapak...

şişedeki balık ocak 2007 kapak...

şişedeki balık nisan 2006 kapak...

şişedeki balık eylül 2005 kapak...



şişedeki balık haziran 2005 kapak...

şişedeki balık ekim 2004 kapak...

uğursuz zamanlar...

karpuzlar taşınır kırmızı yorgun kamyonlarla
yol kenarında bir çocuk ,
yaşam ağacından kopardığı dala binmiş ,
don kişot'un bıraktığı coğrafyada ,
rodin'in parmaklarından çıkmış dağların önünde
ince memed'in ateşinin başında
bir bardak az şekerli çay
baş ağrılarını toplar ve yürür .

karpuzlar taşınır kırmızı yorgun kamyonlarla
bir çocuk kurşuna dizilir
uğur , uğursuz bir zamanın koynunda ,
kırmızı kamyonun altında kalır .


''crispos japon balığı''

marjinal tüketim...

umutlar ve hayaller dışındaki faktörler sabit
umutlardan satalım diyoruz bir parça
ne de olsa stoklarımız idare eder bir süre
alan olmuyor elimizde kalıyor ,
denize döküyoruz hepsini
marjinal tüketmeye eğilimliyiz ya
çaresiz devam ediyoruz böyle yaşamaya
arttıkça marjinal tüketim eğilimimiz
eğiliyoruz , bükülüyoruz .

yaşamın yarım ses uzağında ve böylesine
uzun bir ses aralığında kalmışlığında
bıkmadan , usanmadan
biriktiriyoruz umutlarımızı
öyle ya , piyasa koşulları belli mi olur
dengeye gelir bir gün...


''vejetaryen balık''

birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...