31 Ekim 2009 Cumartesi

zülfü livaneli (ada)...





albüm için link
rar şifresi(key) : sisedekibaliklar

melodiler...

01- gün olur
02- ada
03- özgürlük
04- sus söyleme
05- istanbul'u dinliyorum
06- gözlerin
07- yalnız insan
08- yaşamak

insanoğlu...

insanın tanımını yapabilir misin ?
insanlığın ,
insan olma bilincinin ?
ne denli tartıya koyarsan koy
tartıların ölçemeyeceği ağırlığın ?

sevmenin tanımını yapabilir misin ?
düşerken gülümsemenin ,
ağlarken gülümsemenin ?
ve çocukça sevmenin , tanımını yapabilir misin ?
yaşamanın , ölmenin ,
uzak diyârlar görmenin ?
neyim ben deyip ,
kendi tanımını yapabilir misin insanoğlu ?


''beta''

30 Ekim 2009 Cuma

balerinlerin ezgisi...



''akdeniz çikliti''

kısa 16lık...

kitaplar arasından damlayan kahvenin , şeker değmemiş yüzüne denizden bir rüzgâr değdi . rüzgârın peşinden koşanların şehrinde , ekim ayında herhangi bir gün
bana yaklaştı ve şöyle söyledi : bu kitabı istersen alabilirsin .

sonra kitabı ellerime bıraktı . mırıldandı :

''güz kapısında ağaç
el kapısında emekçi
suyu kesilmiş ırmak
kapımdaki nöbetçi''

kalabalık otobüste onun duyabileceği kadar yüksek bir sesle ,
gözlerimi , onun şiiri bıraktığı yerden çekmeden devam ettim :

''acıdan kırılsa bile sesim
acımı sesleyenler var''

yandaki dolmuşta bir kadın ona bakıp gülümsemiş . o da gülümsedi kadına . ben de tanıdık biri olduğunu düşünüp bakınca , kadın telâşla gözlerini kaçırdı . bakıp gülümsedim kadına , şiiri okuduğumuz kitabı bizim otobüsün camına tuttum . onun görebileceği şekilde . gülümsedim .

gülümsedi ve ;
biliyorum mırıldandı :

''boşuna belindeki anahtar
ışığım kilitlenmez ki...''

otobüs karanlığın içinde , trafoyu geçtikten sonra durdu .
kapıcı selâmımızı aldı
asansör bekletmedi
ev kokmaya devam ediyordu .


''şişedeki balıklar''

katil sevicilere gönderme...

plan yapmayın plan
tutmaz karadenizde
ırkçılık faşistlik
barınmaz karadenizde

''çok olmadığımız kesin
çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız''

bırakın mehter çalmayı
osmanlıcı olmayı
halkı böyle doldurmayı
yutmaz karadenizde

''türkiye'de kürt olacağız
kürtdistan'da ermeni
ermenistan'da süryani''

ister ermeni desinler
ister rum desinler
halkların kardeşliği
bitmez karadenizde

''gidip almanya'da türk olacağız
hollanda'da surinamlı
fransa'da cezayirli
iran'da azeri''

işçisi emekçsi
döker alın terini
hiç kimse aydınını
satmaz karadenizde

''amerika'da zifir zenci olacağız
çoğalan zencide , mutlaka kızılderili
israil'de filistinli''

anladık yok beyniniz
kesilecek sesiniz
devrimciye gücünüz
yetmez karadenizde

''köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek''


''şişedeki balıklar''
(taşlama)

bir evde yaşamak...

sabiha gökçen havaalanından bir kuş uçuverdi
ona bu yaşadıkları ağırdı
alçacıktan bir taş battı ayağına
güneş halâ iğne iğne yakmaktaydı

onun tüm elbiselerini giydim
tüm anılarını gördüm
onun gibi yaşadığım bu günün sonunda
bütün bir günden daha ağırdım


''lepistes''

28 Ekim 2009 Çarşamba

parlatalım mı ?...

istanbul üniversitesi'nin 2007-2008 ders kayıtlarına , pek değerli rektörümüz mesut parlak da katılmıştı . yeni öğrencilerle sohbet eden sevgili parlak , adeta bir ton-ton amca izlenimi uyandırmıştı .
elbette yeni kayıt yaptıran öğrencilerin tümü sevgili parlak'ın aslında ne kadar değerli biri olduğunu bilmiyorlardı . onu değerli yapan şeylerden kısaca bahsetmezsek , sevgili parlak'a haksızlık etmiş olacağımızı düşünüyorum...

rektörlüğe atandığında ''okulda siyaseti bitireceğini'' (devrimci siyaseti diye okuyun siz) açıklayan pek muhterem parlak , kendisine yakışır biçimde sözünü tuttu . üniversitenin , sermayenin yeni-liberal saldırılarına açılmasına , bazı kendini bilmez öğrenciler karşı çıkınca , parlak da sözünü tutma fırsatını kaçırmadı . okuldan atılan ya da uzaklaştırılan onlarca öğrenciden sonra , istanbul üniversitesi'nde artık apolitik atmosfer hüküm sürüyor . tabi ki sevgili parlak'a göre siyasi olmayan eli satırlı faşistleri saymazsak ! parlak elbette haklı , bu faşistler okula satırı ve silâhı ( nerede özel güvenlik demeyin) devrimci öğrencilere saldırmak için sokmuyorlar ya ? ne münasebet ?...

ders kayıtlarına şeref veren rektörümüz , son dönemde yaşanan anayasa tartışmalarına da taraf olduklarını belirtmiş ; türkiye cumhuriyeti'nin laik bir devlet olduğundan dem vurmuştu . şimdi okuyucular ikircilik hâline düşebilirler . pek değerli parlak ya , tc. laik bir devlet diyor , okuyucu ve yazarın biraz şüpheleri var . parlak'a karşı gelmek ve araştırmak haddimiz olmasa da geçmişe bir bakalım yine de .

3 mart 1924'te hilafetin kaldırılmasından sonra nisan 1924'te yürürlüğe giren 1924 anayasasında 2. madde şöyle diyor : ''türkiye devleti'nin dini islâmdır'' . bu madde 1928'e kadar yürürlükte kalmıştır . diyanet işleri başkanlığını kuran , din eğitimini devlet tekeline bırakan mustafa kemal döneminde de , ilk imam-hatip liseleri açılmıştır . laikliğin 1937'de anayasaya girdiğini görüyoruz . tabi bu 1937 yılında tc.'yi kendi hukuku çerçevesinde laik yapsa da ; gerçekte tc.'nin hiçbir zaman laik bir devlet olmadığını anlamak çok da zor olmasa gerek . bugün halâ diyanet işleri başkanlığı var , din dersi zorunlu , kimliklerde din hanesi var . evet , tc. devleti laik !...

din halkların afyonudur demişti bir ak sakallı dede , bu afyonu egemen sınıfın iki kutbu da kendi çıkarı için kullanıyor...

son söz olarak , pek kıymetli mesut parlak'a onun ve benzerlerinin hakkında duyduğumuz endişeyi iletelim . kendilerine marksist diyen kimi kendini bilmez öğrenci , sizi ve diğerlerini ve hatta sistemi devirip ''özgür emekçiler üniversitesi'' kurmayı planlıyorlarmış .

tanrı , burjuvaziyi bu tür sapkınlardan korusun !


''papalina''

27 Ekim 2009 Salı

sel ve istanbul...



''lepistes''

metin & kemal kahraman (sürela)...





albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar


melodiler...

01- rade (enst cura ) ....zeynel kahraman
02-seneler.....aynur doğan
03- hewaé aliyé (zazaca)..... yusuf yıldız
04- phıté mı (zazaca).....aynur doğan & metin kahraman
05- sürela (zazaca) .....metin & kemal
06- zere (zazaca)..... metin kahraman & aynur doğan
07- cura (enst) ......zeynel kahraman
08- herediya (zazaca)..... metin & kemal
09- sevé (zazaca) .....metin & kemal
10-hozat'ın yolları.....zeynel kahraman
11- vané vore vora (zazaca) ...aynur doğan
12- klarnet ve davul ....(enst)

rum dulun şarkıları...

şairin kaldığı yerden devam edercesine ,
bir mektup yazdım bu sabah
bir şey koymadım içine
cigarası , kazağı ve sigarası haricinde
yağmurlu mu gökyüzü ,
martıları kaybolan şehirde
anımsar mı beni gördüğü gözleri , o kenti
ağlamaklı değil ,
hüngür hüngür ağlamaklı
o adamın kimsesi olmadığından değil mi ;
kalkıp gitmesi hiç görmediği bir ülkeye
ve bizlerde de biraz suç yok mudur ;
atıvermesinde kendini denize ?
oysa bunları düşünmemeliyim
böyle üzgün , böyle mağrur
dur güneş açma gözlerini güne
hava karanlık daha iyi
dağılan mürekkebin izini kurutamazsın
ben ağladıkça o kağıt ıslak...
anlıyorsun değil mi kayıkçı ?
öyle sal yapar gibi kurtulunmaz benim ıssız adadan
burası öyle serin öyle serin ki
yaklaşık dört saat
dört mevsim kadar renkli , uzak
yeni bir keşif kadar heyecanlı
ölmek kadar dar sokaklı bir ada...
şimdi ne kız kulesi ne de galata köprüsü
her şey için bir cevap hakkı
tartışmaların anlamsız bekleyişleri
üstelik dünya olmadığı kadar kör
bu bir kör dönüşü dünyanın
anlıyorsun ya yorgunum ve de kırgın
ama böyle kalmayı istemek de hakkım
daha beter olmak istiyorum ben
dostsuz , havasız , ışıksız
herkesin güldüğü diş macunu reklâmlarının inadına ,
ağlamak istiyorum
yalnız kırık demekle anlatılmayacak kadar ,
parça parça olmak istiyorum
size de tavsiye ederim kayıkçı
lütfen bir deneyin ,
yaptığınız salla denize açılmayı
açılmayı...
boğulmayı...
ölmeyi...
şairin kaldığı yerden bitirmeyi mektubu ,
içine de başka bir şey koymamayı...


''lepistes''

sovyetler birliği postası...




güzel bir düşün aryası...

benim kağıt gemim
senin ucu kırmızı kalemin
biz olduklarım
sevilenler ve sevgiler
tütün kokulu insan
anlıyor musun ?
biz kendi bacağından asılmayan
biz sürüden ayrılan sürü
gözlerimiz aşağı bakan
biz gözleri sürmeli
sokaktaki arkadaşımız halil abi
- halil abi , eşekli çöpçü
uzun sakallı , yaşlı , yolcu
delikanlılığın inceliklerini anlatıyor bize
uzun eşek oynarken
ve birgün
ben senin :
''sözcüklerin arar olmuş , hecelerin de öyle''
diye söylenirken
gecelerden bir gece
gidivermişsin sen
vardığın evin camları olmuşsun
bense onların beyaz boyası
kızıl saçlı çocuk
tırnakları eksik yabancı
ben o gün ağladım
halil abi güldü arkamdan
kadınlık aktı yataklarımdan


''eşkina''

26 Ekim 2009 Pazartesi

antoine-auguste-ernest hebert (ophélie)...



alıntı : ''sembolizm sanat ansiklopedisi''
jean cassou

edebiyat sirkinde bir aynadır zonguldak...

kimini sis sirenlerinin arasında işçi kahvesinden çıkan , yorgun bir maden işçisine benzetir . kimini ise balıkların peşinden kayığını dörtnala koşturan bir balıkçıya... deniz fenerini de kendi aydınlığından kaçan bir şarap tutkununa...
dedik ya , edebiyat sirkinde bir aynadır zonguldak... herkesi , her şeyi başka bir şeye dönüştürür sessizce . kimse neye dönüştüğünü bilmez . mesela bir akşamüstü okul dönüşü bir öğrenciyi , kayığını denize kaptırmış bir balıkçıya benzetir... yokuşları orhan veli'nin yokuşuna , merdivenleri , sürgün şairlerin yazılmamış satırlarına... sonra gecekondu mahâllelerini , işçilerin şairliğe soyunduğu bir dünyanın pazar sabahına benzetir .
soğuk akşamları , radyonun kısa dalgasında çalan balkan türkülerine benzetir . sobayı , ilgi isteyen bir çocuğa ; yolculuğu , uykudan uyanmaya , şarabı , ikinci cihan harbinde filyos'ta sahile vurmuş bir savaş gemisindeki kadın askerlerin yüzlerindeki kurumuş kana benzetir .
treni , sadece iki ev bulunan bir orman köyünde oyuncağa benzetir oyuncaksız çocuklar için . kış aylarını , sanayi devriminin ortasında erkeklere inat , kardan bir kadına benzetir . bir eski sahil kasabasını , biletleri karaborsaya düşmüş bir filmin , en can alıcı sahnesine benzetir . çocukları işçiye benzetir ; karanlıkların aydınlık olduğu bir gökyüzünde . parkları , çocuksuz bir karakol bahçesine...

kimini rüzgâra ihtiyacı olmayan bir uçurtmaya ; kimini ise uzak bir geminin güvertesinde aylarca kara görmemiş bir gemi işçisine benzetir . maden işçilerini , göçmeyi unutmuş turnalara benzetir . martı çığlıklarını göçüğün ardından gelen anne ağıtlarına... bir bardak çayı , karadenizde dinlenmeden çalışan işçilerin ateş başında söyledikleri sıcak bir türküye benzetir .
sokakları sahneye benzetir ; işçilerin devrimi canlandıracakları . eylülü , izmir'de eski tarihi bir sokakta , polisten saklanan bir çınar ağacının kızıllığına ; denizi , merdivenlerin bitiminde , insanların yorgunluğunu kucaklayan bir arkadaşa benzetir . yeşili , toprağı gizleyen bir tiyatro perdesine ; sanatı , madende kömür tozundan yapılan bir gravüre... kedileri , erik ağacının altında , solcuların mektuplarını taşıyan , ama sevişmeyi de unutmayan postacılara benzetir... çingeneleri , yağmurda ıslanan kırmızı bir elbiseye ; balıkları , edebiyatın koynunda çalınan kemana... katırları ise sarhoş olan atlardan bi'haber çalışan sendikasız işçilere benzetir...

zonguldak'tan uzakta sirklerin kapandığı , aynaların kırıldığı bir kentte çırılçıplak kalmışlığıma bakıp da aynalara bakmadan geçmeyin derim .


''crispos japon balığı''

hediye...

sana güller deremem sevgili
saraylar vaadedemem

ben sana kendimi getirsem
kirlenmemiş kâlbimi
kabul etmezsin bilirim
gökyüzünden bir bulut hediye etsem

çıkmaz sokaklarda sürünüyorum
emekleyerek
ellerimden tut desem
olmaz olmaz şeyler düşlüyorum değil mi?

soğuk , donuyorum yalnızlıktan
ve bana ait olan ufacık dünyam
sana yetmez bilirim

sana güller deremem sevgili
saraylar vaadedemem
ancak kirlenmemiş kâlbimi verebilirim


''beta''

gereksiz bir hikâye...

hep , gereksiz görmüştü
konuşmayı , gülmeyi...
sevişmeyi , öpüşmeyi , gezmeyi...
evet gereksiz görmüştü ;
insanların birbirlerine ''seni seviyorum'' demelerini
gereksiz görmüştü , annesini , babasını...
sevgilisini...
gereksiz görmüştü , yaşamak için çabalamayı...
belki de asıl gereksiz gördüğü şey ,
tuhaf olan benliğiydi...
hep , tuhaf olmuştu...
tuhaf varolmuştu ,
tuhaf olduğu için eleştirilmişti
ses çıkartmamıştı ,
dışlanmasına rağmen hiçbir şey yapmamıştı
çünkü her şey gereksizdi onun için
ta ki , hayatın gereksizlikleriyle dalga geçerek ,
gülümsemeyi becerebilen adamla tanışana kadar .
genelde , gereksizliklerden kurtulabilmek için
sürekli başını alıp bir yerlere kaçardı
hiçbir şeye inancı olmadığı gibi ;
gerçek sevgiye de inancı yoktu
fakat karşılaştığı o adam
onun birden siyah prensi oluverdi
ya olmasına izin verdi ;
ya da o adam izin almadan ,
onun tuhaf kâlbine giriverdi...
onu sevmişti bütün tuhaf benliğiyle
asla anlaşılamayan duygularıyla .
asla sevgisini anlatamadı ,
size anlatamadığı gibi .

her hikâyenin bir sonu vardır , öyle öğretildi bize
hayatımızdaki her güzelliğin bir sonu olduğu örneğini vererek
bu gereksiz hikâyenin de bir sonu olsun
gitti... gitti... gitti adam , kızın tuhaflığıyla , uzaklara
kızın tuhaflığıyla dalga geçerek...

gereksiz hikâyenin tuhaf olan kızı ise ,
hep başını alıp gittiği yerlerden sıkıldığının farkına varmıştı
farklı bir yer arayışı içine girmişti
bulmuştu aradığı yeri
şimdi orada ve adamı izliyor
sonsuza kadar... gereksizce... sessizce..
ve tuhaf...




''çaça''

25 Ekim 2009 Pazar

gülersen...

çocuklar var yanıbaşımızda bir yerlerde ,
medeniyet yularını sırtlamışların
kendini demokrasi yaratıcısı sanıp ,
size de demokrasiyi getireceğiz diyenlerin
üzerinde cirit attığı bir yerlerde .

ağlıyor bu çocuklar , haykırıyor
kolu bacağı kopuyor , sakat kalıyor
daha da kötüsü ölüyor bu çocuklar ,
ne olduğunu anlamadan .
ama görmüyor bu kan sellerini ,
ceset yığınlarını , demokrasiciler !
duymuyor o yürek parçalayan çığlıkları .

içlerinden biri çıkıp da ;

''hey çocuk sus yeter ağlama artık ,
sen artık hep gül , gülümse
öyle bir gülümse ki
gülüşün tutuklansın , bakışın yasaklansın
dağlar dağ olmaktan utansın
sen gülersen
mardin'de darülzeferan'da vaftiz olur bütün çocuklar
fırat dicle'sine kavuşur
şatt'ül arap çöl olur gülersen
ağrı'da , ishak paşa sarayı'nın gölgesinde
ahmed-i xani mezarında gülümser
gülersen
ığdır'da , neşeli bir kayısı ağacı çiçek açar

açar bahçesinde gülleri annenin
gülersen
erzurum'da bahar gelir
mardin'de kapı şen olur
xecé , siyabende kavuşur
yıkılır nemrut
sen gülersen
tüm dünya güler annenin gözbebeklerinde''

diye demedi bir türlü .

belki de doğru olan budur
ortada hep bir yanlış var
ama bu yanlışı kimse bulamıyor
ben bu yanlış için bir tahmin yürüttüm
ama ne kadar doğru onu bilemem
belki yanlış olan bizim demokrasi anlayışımızdadır
belki de demokrasi ancak bu şekilde yaşanıyordur bu ülkede
kimbilir...


''sessiz balık''

24 Ekim 2009 Cumartesi

crna macka, beli macor (1998)...


emir kusturica bu filmde de yine bizleri tadına doyulmaz bir coşku ve eğlence ile yüzlerimizde oluşan sürekli bir gülümseme hissine saptırıyor . onun filmlerinindeki yaratıcılığı , halkın samimi ve doğal yaşantısı yine kendini belirgin bir şekilde ortaya koyuyor . bununla birlikte iyi ya da kötü , hoş ya da nahoş bir şekilde hayvanlarla olan yakınlığını da birçok sahnede hayranlıkla izliyoruz . yine bu filmde de emir'in romansı şaheserlerinden birini bulacaksınız . güzel müzikler eşliğinde ortaya çıkan bir masal havasında her şey . filmin ilk bölümünde zare'nin babası matko destanov ile dadan arasında oluşan bir iş ve çıkar ilişkisi söz konusu . türlü oyunlar içinde sürüp giden bu ilişki dadan'ın kız kardeşinin evliliği ile bağlanıyor bir anda . bu arada mahâlin çılgın kızı ida ile zare arasında içten içe bir yakınlaşma başlar . filmin ikinci yarısında ise bir düğün telaşıdır gider . filmde ayrıca iki de hoş büyükbaba vardır . işler bir ara epey karışsa da sonlara doğru her şey yoluna oturmaya başlar . tüm karakterlerin üstün bir oyunculuğu karşısında bu filme hayran kalmamak imkânsız . en iyi kusturica filmlerinden . onun coşkusunu ve yaratacılığını bir nefeste içinize çekeceğiniz bir yapıt . büyükbabalardan birinin boynundaki kolye gibi simgesel objeler ve kıçıyla bir kalastan bir çiviyi söken şarkıcı kadın gibi ilginç durumlar da karşımıza çıkabiliyor . ayrıca bir zamanlar yugoslavya vardı diye iç geçirebilirsiniz benim gibi . bölgede denize kıyısı olan en gemiş paya sahip ülke hırvatistan . sanırım filmin çekildiği yer de şu an hırvatistan sınırları içinde . öyle işte , iyi seyirler dilerim .


sunu : proleter balık





21 Ekim 2009 Çarşamba

rembetiko soundtrack...


rar şifresi(key) : sisedekibaliklar


melodiler...

01- mana mou ellas
02- ta paidia ths amynas
03- sths pikras ta kseronhsia
04- stou thwma
05- xasapiko 22
06- kaigomai kaigomai
07- imitlerim
08- mpournovalia
09- emena logia mh mou les
10- sthn amfialh
11- to dixty
12- sth Salamina
13- to praktoreio

19 Ekim 2009 Pazartesi

bulgaristan postası...




la science des rêves (2006)...


stephane bizi rüyasında sunuculuğunu yaptığı televizyon kanalında karşılıyor filmin hemen başında . ve programında tüm hayatını etkisi altına alan rüyalarla ve uykularla ilgili eğitim vermeye çalışan bir misyonu vardır . tabi film bu bölümdeki konuyla sınırlı kalmıyor . başlangıçta rüyalarla ilgili kısa bir geçiş yapılıyor böylece . bilinçaltımızdaki birikintilerin gördüğümüz rüyaları ne şekilde etkilediğini görüyoruz hoş bir dille . stephane , babasının ölümü üzerine annesinin , onu fransa'ya çağırmasıyla yeni bir zaman dilimine başlıyor . annesi ona bir iş de ayarlamıştır . ama iş istediği gibi değildir . onun farklı planları vardır iş konusunda . ama yine de çalışmaya başlar . meksikalı olan stephane , fransızcayı çok iyi bilmiyordur . yarım fransızcası ve ispanyolca aksanıyla fransa'daki günlerine ve rüyalarına da devam eder . bir sabah yatağında uyurken , odasının duvarını delen matkap sesiyle uyanır . bundan sonraki bölüm daha da eğlenceli olmaya başlar . annesinin kiracası olan stephanie ile tanışınca , aralarında ilginç bir arkadaşlık oluşur . hem sevmediği bir işi , hem rüyalarını hem de bu yeni arkadaşlığı bir arada götürmekte birazcık zorlansa da izleyiciye hoş dakikalar geçirten bu filmde gael garcia bernal , sonunda yine düşlerinde mutlu olmaya devam eder . çok uzatmayalım , hoş bir film mutlaka izleyin derim .


sunu : proleter balık





birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...