28 Şubat 2010 Pazar

istanbul...

bir başkaydı mavisi denizin
gözlerini göreliden beri
ufkun solgun yüzünü izliyorum her akşam
ve mülteci rüzgârlarla tarıyorum saçlarımı
ve martılar gökyüzünde sana doğru uçuyor
kopup gitmeliyim diyorum gözerinden
bir başka sabahı beklemeden
ellerin değiyor ürkek yüreğime
gidemezsin diyor
gidemezsin
gitmek istediğin yer benim
benim diyor gözlerindeki hayat ışığı
benim diyor hayatın istanbul



''beta''

24 Şubat 2010 Çarşamba

sadık gürbüz (umut ve yaşam türküleri)...



albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar

melodiler...

01 - döne kervan kıran
02 - mamoş uyan
03 - mican
04 - gemiciyim gemici
05 - semah
06 - sabahtan kalkan kızlar
07 - neyleyim
08 - salınarak gelen dilber
09 - haydar
10 - mantıvar

içimdeki ben...

bir beni ararken
bir ben olabilse içimde
nasıl anlatabilirdim bir bilsen
nasıl severdim .
kâlbimde ,
bir fidan gibi büyütürdüm seni
ve bir sevda filizi olurdun kılcalda .
olmadı ,
olmadı düşler ülkesindeki ben
batan güneşte silik bir resimdi yaşam
içimdeki ben isyan ediyordu
olmaması gerekendi yaşanan
silik resimde bir kız
kız incecik ve güzel
ardından
daha derinden
bir canavar beliriyordu
bütün güzellikleri yiyen
sonra ışıklar yanıyor
rüya son buluyordu .


''beta''

23 Şubat 2010 Salı

''devlet , bir sınıfın diğer bir sınıfı baskı altında tutma makinasından başka bir şey değildir''

''v. lenin''

22 Şubat 2010 Pazartesi

polonya postası...





iş başı...

kardeşim müşterek söylenir bir şarkımız var
sevinç gibi pırıl pırıl ümid gibi engin
aynı sofraya oturduğumuz akşamlar
hiç zahmet çekmeden birdenbire hatırlanır
''kara deryalara doğan bir güneş gibisin''
soframızda şarab peynir ekmek ve üzüm
ölüler mezarda tanrı semada unutulur
ortalık kaynaşır bir hayâl içinde
çocuklar kahkaha ihtiyarlar tebessüm
dünya günlük güneşlik insanlar sanki mesuttur

niçin sâde acıdan bahsetsin mısralarım
ben de bilirim aşk için şiir yazmasını
kâlbim pürheves rüzgârda perişan saçlarım
kusura bakılmaz neyleyim ahval-i sevdadır
benim bir sevgilim var gözleri menevişli
şafaktan yıldızlara kadar fabrikadadır
hem ömrünü dokur hem yünlü dokur
yumulur yorgunluktan eve dönünce gözleri
soframızda şarab peynir ekmek ve üzüm
dünya günlük güneşlik insanlar sanki mesuttur

ben de bilirim aşk için şiir yazmasını
hele gönlüm sevda ile dolmuş sarhoş olursa
benim bir sevgilim var gözleri menevişli
her akşam yorgun kuşlar gibi erken yatar
yünlü dokur rüyasında ömrünü dokur


''attila ilhan''
*''duvar'' adlı kitaptan

sınırdaki şiir...

görülmemiş , tadılmamış ,
bir çaba olur bazen yaşamak
sınırlar çizilmiştir
hapsolunur sınırların berisinde yaşamak
özgürlük aranır ,
sınırların ötesidir çok zaman
yasak olur dolaşmak , aşmak
ve bekçileri vardır
kiminin vicdanı , kiminin hoşgörüsü
neticede kirli , karanlık ve sinsi ,
yaşama ve insana düşman olan...


''lipsoz''

edvard munch (ayrılış)...




alıntı : sembolizm sanat ansiklopedisi
''jean cassou''

20 Şubat 2010 Cumartesi

yazgı (2001)...


fransız düşünür albert camus'nün ''yabancı'' isimli öyküsünden uyarlanarak 2001 yılında sinema filmi olarak çekilen yazgı , bence zeki demirkubuz'un ''üçüncü sayfa'' ile birlikte en iyi ikinci filmi olarak sayılabilir . diğer filmlerinde olduğu gibi hayatımızın bazen hiç farkına bile varmadığımız doğal seslerini ve anlarını bu filmde de net bir şekilde görebiliyoruz . örneğin bir kedi sesi ya da televizyondan gelen sinema sesleri ya da kimi zaman içinde boğulduğumuz bir şehrin tüm sesleri . ve yine göze çarpan bir diğer konu da yönetmen zeki demirkubuz'un kapıların ve gıcırtılarının hayatımızda ne denli varolduğudur , tıpkı kulak asmadığımız birçok ses gibi . filmde musa bir gümrük şirketinde çalışmaktadır . annesiyle birlikte yaşayan musa aynı işyerinde çalışan sinem ile bir yakınlaşma yaşar . aynı zamanda sinem'in gizli tuttuğu bir ilişkisi de vardır . bir süre sonra gelişen olaylar sonrasında musa polis tarafından şüpheli olarak tutuklanır fakat kendisine yöneltilen suçların hiçbirine karşı çıkmaz . herşeyin sıradan ve yaşanabilir olduğunu ısrarla savunan musa'nın tahliyesi sırasında cezaevi müdürüyle giriştiği diyalog ise filmin en gözde bölümlerinden . duygularından arınmış bir karakter olarak izleyeceğiniz musa'yı ve onun olaylara bakışını zevkle izleyeceğinize eminim .


sunu : proleter balık






sadık gürbüz (sevdadır)...



albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar


melodiler...

01 - adiloş bebe
02 - bitlis'te beş minare
03 - dağların türküsü
04 - duman duman
05 - görüş günü
06 - gurbet türküsü
07 - güneş şarkısı
08 - japon balıkçısı
09 - memleketim
10 - ne fayda
11 - sevdadır
12 - unutamadığım

tarih ve yıkımlar...

''ama ben , hâkim oldum kendime
basarken gırtlağına kendi şarkımın''

''mayakovski''


kadın , yeni doğmuş bebeğin üzerine yağan yağmurun , zor bir hayatın habercisi olduğunu düşündü ve çocuğuyla beraber intihar etti . kimse kızmadı kadına . hem sonra , bir hayat öteki hayatın kaydından başka nedir ki ? neyse , alâkası yok belki ama frida'nın bir girdap olduğunu söyleyebilirim . ona yakın olan herkes , ıslak ve boğularak , içeri çekilmek isterdi . çünkü ellerindeki boyalar hayatın ve ölümün imgelerinden başka bir şey değildi...

kapitalizm insanlarda bilinç yitimine neden olur . ve mumdan kelebekler yapılır meksika'da... bir de iskeletler... emek duvarı... emeğin bir ritmi vardır . emeğin bir estetiği vardır .

''gpu'' ve franco , 1937 mayısında barcelona'da binlerce işçi önderini öldürdü ! mayıs ayında , bazen bir silâh sesinde , bazen eski bir kokuda , bellek nasıl da ölülerin kemiklerinin saklandığı bir mahzene dönüşüyor...

gerçekten gerçeküstücülük burjuva düşünüşünün bir biçimi miydi ? aynı şekilde burjuva dünyasının anlamsızlığının son nefesi miydi ? gerçeküstücülük . giysi dolabında , siz gömlek görmeyi beklerken karşınıza çıkan bir arslan . gerçek ve imgelem . bilinç ve bilinçaltı...

bir fotoğraf , makineyi tutanla makineye bakan arasındaki diyalektik ilişki . lenin bir defasında trotsky için :
''l.d. bir idam mangasının önünde olsa , son arzusu bir tarak olurdu'' demiş .

ölü çocukları beslerler meksika'da . ölümü , şaraplar ve müzikle kutlarlar . buz gibi bedeniyle ölü bir çocuk duvarda elbisesinin içinde , dans edenlere bakar...

insana husu veren bir şey . istavroz ve türban... mermiler gökyüzünden hızla geçtiğinde , yırtılan sizin gökyüzünüzdür...

yaşlı kadın 1930'ların başında tek yiyeceği olan mantarı , kendi dışkısıyla gübrelerken :
''keşke marx , kapital'i yazacağına onu kazansaydı'' der...

farelerle ve mantarlarla gelecek kışa hazırlık yapan insanlar . devrimciliğin görevi , mantar yetiştimek ve fare beslemek . ölülerini gövdeye indiren ailelerden , ölmüş torunun dilini ateşte kızartan yaşlı adam...

''sosyalizm , zenginliğin toplumsallaşması yerine ; yoksulluğun toplumsallaşmasına dönüştü''

stalin , cumhuriyetçi ispanyolları anca ispanyol altınları ele geçtiğinde silâhlandırdı . andres nin , erwin wolf ve rudolf klement boğazı kesilerek öldürülmüştü .

stalin tarafından yollanan antika silâhları soğutmak için idrar kullanan asker işçiler...

ispanya yıkımın eşiğinde elindeki dünya devrimi şarkısını , stalin'in kötü bestesiyle franco'ya ; yani burjuvaziye teslim etmeye hazırlanıyordu . işçi kadın yasaklanan grevin ardından :
''geçmişi sildiler , geleceği de silecekler'' diye bağırdı !

hitler'in , amerika'lı komedyenden aşırdığı bıyıklara hayran olan stalin , bir tane de kendisine istiyordu . stalin , bıyığını hitler'le ittifâkı'nın simgesi olarak kırpıp kısalttı... stalin soylu bir hasım değildi . stalin'in siyasi ufku son derece dardır . kurumsal düzeyi aynı dercede ilkeldir... yaratıcı imgelemden yoksun , asık suratlı bir deneycinin zihniyetine sahiptir .

stalin : ''ayak seslerini işitmezsem bir insana güvenmem''

stalin'in güveni kitlelerin eylemsizliğinde , büyük rusların uyuklayan ezeli düşüncelerinde , bozkırların bağnaz ulusçuluğunda yatıyor . yosif gösteriyi ve yanılsamayı her zaman sevdi . sonraki yıllarda sinemanın kölesi oldu . stalin kürtajı yasakladı . aileyle birlikte ulusu kutsadı...

''işçiler , yeni tanrınız lenin'dir . ben onun elçisiyim''

stalin'in ezber belleği güçlüyken , hayâlgücü eksiktir . bu yüzdendir ki hayâlgücünün yokluğu nedeniyle , farklı olan herşeyden korkması onun en büyük kusuru hâline gelmiştir...

raylar üzerinde koşar adım ilerleyen trenin en ucuz kompartımanında kadın : ''her dostluk bir aşk ilişkisinin farklı bir biçimi olarak başlar''

düşmanımı tanıyarak kendimi keskinleştiriyorum . düşmanlığın yakınlığı ne kadar derindir . ben , düşmanım ne değilse oyum !

paul ve laura lafargue'ler gibi yapmak eleanor marx'ın peşinden bütün yaşlılık alâmetleriyle kaçıp gitmek . intihar... eskimeyen yüzyıllık yöntem...

engels : ''ruhun hüzünlerinin tek etkili panzehiri bedensel acılardır'' derken , sovyetler bir kışla gibi yönetiliyordu . yumruk ve silâh sosyalizmi...

shostakovich arkasını kollamalı . çocukların günlükleri bile ''gpu'' tarafından okunurken işçilerin iktidârı , kitaplarda mürekkebin kızıllığından başka bir şey değil...

pushkin ve lermontov'dan sonra mayakovski...

ölmeden önceki son oyunu yermilov'un leningrad prömiyerini yerden yere vuran bürokratlar . mayakovski öldüğünde yermilov'un adının bulunduğu pankartın indirilmesiyle ilgili not vardı geriye bıraktığı .

aşkın , sanatın ve devrimin diyalektiği . sanat hayatı yaratır , onun kopyasını çıkartmaz ya da onu yansıtmaz...

devrim insafsız bir metres hline dönüşmüştü ! mayakovski'nin tebessümünün bana erişmesini bekleyeceğim .

stalin'in karısı intihar eder ! tekerleklerimiz hecelerin üzerinden zorlanmadan ilerledi .

savaşta erkekler kendilerini keşfederler .

trotsky natalia'ya : ''sen sevme eğilimimi bir çocuğun esnetebileceği biçimde esnettin . sevgi de bu esnetme eğilimidir . bir aşk macerası kendi hayatımızdan kısa bir geziyle uzaklaşmaktan başka nedir ki ?''



''crispos japon balığı''

göç...

insan bazen çok pis kokar
ne yapsa saklayamaz kendini
sesini unutturacak bir ses arar
gürültü gibi bir şey işte
neresinden dokunsa ona ,
hep eksilerek kaybolur
bir şeyi , dokunsa kıracak gibi bir ses
sessizlik gibi bir şey işte
hayır , değişen bir ses değil duyduğu
yıllardır aynı şey , alışıldık hüznü kışların
kışın gürültüsü bu kızaran kulaklarında
ben gün gibi işitiyorum .
her akşam aynı hayâlle uyuduğunu ben bilmiyor muyum ?
ama insan bazen dağılacak gibi olur
eti etine değse cehennem
sahi hiç cehenneme kışın giden olur mu ?

saklanmak eski bir çocukluk korkusundan
önceden görülmüş bir şey değildi
ama nedense silâhları donandığından beri adamlar ,
bu kasabada huzur dindi .

utanmadan arar aynı numarayı
ve karşısındaki ona buz gibi bir sesle yaklaşır
kulakları kızarır bazen
duyduğu bu kış çığlığı mıdır ?

onun yalanladığı bir başka şeyse ,
her daim kış olduğudur

hava soğudu ,
bu kadar yeter .
haydi , başka bir şiire gidelim...


''lepistes''

elçi...

sakalımda üreyen beyaz taneler
ürperen ölü fidanlar gibi
kırılma noktasındaki bir tarihin ,
vizyonda oynayan son perdesi mi ?
şakağımda beliren kalın çizgiler
her biri bir dağ
her biri bir umudun simgesi
daha yeni doğmuş bebek edasında
bana bu zâlim hayatın hediyesi
yeşeren dağlar , ovalar
ve kabaran deniz
yataktaki ölgün hasta
birgün umudun yeşereceği ,
bâkir toprağında memleketimin ,
yorgun düştük habersiz
kalın çizgilerle alın çatıma dizildi izler
inan ki ,
sakalımdaki kar taneleri ,
güzel günlerin habercisi...


''beta''


gustave van de woestyne (son yemek)...



alıntı : sembolizm sanat ansiklopedisi
''jean cassou''

16 Şubat 2010 Salı

küçük prens için başladı bu şölen...

gecenin bir yarısı ders çalışma umuduyla oturayım dedim masaya . oturdum da , masa işte . üzeri kalabalık ; bardaklar , notlarım ve kitaplarım... aylardır girmeye çalışıp da giremediğim iktisat'a giriş kitabım . tabi bir de beni , asıl görevimden alıkoyan başka bir şey ; o da masada duran , kardeşimin okuduğu (4 . defa okumakta olduğum) ''küçük prens'' kitabı . hani şu incilden ve das kapital'den sonra dünyada en çok okunan kitaplardan biri olan ; fransa'da banknotların üzerine figürleri , türkiye'de sansüre takılan , hani şu yazarının havada uçağı ile kaybolduğu (antoine de saint-exupéry)...

küçük prens kimselerin duymadığı ve duyamayacağı gerçekleri sevgi ile dile getiren tek bir ses (bize göre gerçekler yalnızca çarpıtılan ve çarpıtılmak üzere söylenenlerken...) . her sabah erkenden kalkar , uçuşan atkısıyla sönmüş yanardağlarını temizler , gezegenindeki koca boğabab bitkilerini söker , çiçeğinin suyunu verir . ve arsızdır . bilgi arsızı... sordukça sorar , cevabını alıncaya kadar susmaz . sorulan sorulara ise karşılık vermez çoğu zaman . anlatır durur küçük gezegenini , çiçeğini ve yanardağlarını . minnettarlık değildir küçük prensin aradığı , iyi niyetini hep korur . ama üzülür , incinir , kuşkuya düşer .

''bir sabah , gün doğarken birden açıverir çiçek
- daha tam uyanmış değilim...
- henüz yapraklarımı iyice toparlyamadım .
oysa küçük prens onu çok beğenmiştir
- ne kadar da güzelsiniz der
çiçek , tatlı bir sesle :
- güneşle aynı anda doğduk da ondandır .
ve küçük prens çiçeğin hiç de alçak gönüllü olmadığını anlar . fakat etkilenmiştir ondan .
- sanırım kahvaltı saatindeyiz dedi çiçek
bana bir şeyler getirir misiniz ?

küçük prens şaşkına döner . hemen bir ibrik su getirir çiçeği sulamak için . çiçeğin kibirli havası gücüne gitmiştir küçük prensin .
ve şöyle der küçük prens :
- çiçeğe kulak vermemeliydim , çiçeği dinlememek gerekir . çünkü onlar görmek ve koklamak içindir . yargılarımı size göre değil , davranışlara göre ayarlamalıydım . güzel koku ve ışık saçan bir çiçeği , yüzüstü bırakmak bana yakışır mıydı ? o küçük çiçeğin hesaplarının altındaki inceliği sezemedim . ama ne yapayım , ben o zamanlar o kadar küçüktüm ki...''

büyükleri garip bulur ; küçük prens anlam vermez onlara hiçbir zaman . gezegen gezegen dolaşır , anlam veremediği büyüklere rastlar . ilk gezegende bir krala rastladıktan sonra , sırasıyla kendini beğenmiş , sarhoş , iş adamı , gece bekçisi ve bir coğrafyacıyla karşılaşır gittiği gezegenlerde . onları ve onların tekdüze hayatlarını sorgular , sorgulatır onlara .

bizlere dairdir küçük prens , çiçeğini yıldızlara yerleştirebilenlere ; onun varlığıyla mutlu olabilen , kutuların içindeki koyunları görebilenlere dairdir . bitirdim kitabı ve düşündüm , bana ve büyüklere bu kadar çok soru soran küçük prens ; benim sorularımı da duyuyor muydu acaba ? bilinmez . ama içimizdeki ve etrafımızdaki küçük prenslerin farkına varmamızı sağlıyor . varmış benim yakınımda da küçük bir prens...


''lipsoz''


''...küçük prensim , ister misin ,
döneyim yeniden yaşam ?
gel bana şovalyem ,
yakarışların patikasından !
gir efendim benim ,
kederin sığınağına !
senin için ölümü ,
en yüce ödül sayarım ben !
küçük prens için başladı bu şölen .''


jose marti
çeviri : ataol behramoğlu

10 Şubat 2010 Çarşamba

erkan oğur & okan murat öztürk (hiç / derman)...



albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar

melodiler...

01 - tutam yâr elinden
02 - zahid bizi tan eyleme
03 - güzel aşık cevrimizi çekemezsin
04 - yağcılar zeybeği
05 - dedim kız yaşın nedir
06 - dede ile balta
07 - bulut
08 - pınar başından bulanır
09 - zümre-i nacileriz
10 - söğüt'ün erenleri
11 - yüzün gördüm dedim

7 Şubat 2010 Pazar

gerçekçi ol , imkânsızı reddet...

uzun bir bekleyiş , aylarca süren
bir ses duyarsın dışarıda
ilk kez o zaman dar gelir seni saran çeper
ilk tekmeni o zaman atarsın
dışarıda seni bekleyenler...
geri dönüşü yok , çıkacaksın dışarı
birgün içeri düşme ihtimâliyle
bir kâbusa uyanacaksın
çığlık çığlığa !
başın yere dönük , ayakların havada

bulduğun plastik bir oyuncak
tutan elin ondan önce toprağa karışacak
bulduğun siyah memedeki aradığın o tat
çoktan kana karışmış olacak

imkânsız demeyeceksin
ağlamayacaksın eskisi kadar
bu gezegende o kadar imkânsız ki
afedersiniz !
olağan ki bu yaşananlar

haydi giy üniformanı !
sırayı bozma !
ve sakın şiir okuma ve düşünme bir kadını
olağan bir çiçek formunda
imkânsıza hayat vermek kurşunlarla
her ne kadar zor olsa da ;
bir o kadar da kolaydır sevmek
hişşt dikkâtli ol , yoksa nöbetçiler görecek
kolaya kaçmak suçtur burada
zor olansa insanın en kıymetlileri arasında .


''mavi kuş balığı''

3 Şubat 2010 Çarşamba

lela tataraidze (janghi/morning fog)...



albüm için link
rar şifresi : sisedekibaliklar


melodiler...

01 - ikneba jobda
02 - vertskhlis tasadamts makts
03 - samshoblo
04 - shenma survilma damlia
05 - makhkvdia
06 - tushetian melodies
07 - davagvianeh
08 - verkvlis tsikhe
09 - ra lamazia tusheti
10 - meh regvenma
11 - lomo , sheh lomis moklulo
12 - vazhao
13 - janghi (morning fog)
14 - nana
15 - gagnis gori
16 - caucasian melodies
17 - dililmeh
18 - datireba
19 - shen ro gogonivart
20 - tskhrajer chavshale
21 - shatilis asulo

2 Şubat 2010 Salı

gardiyanım çok yaşa...


üç yıl önce 19 ocak günü arkasından adice kurşunlanan agos gazetesi yazarı hrant dink'in katili ogün samast'ı maşa olarak kullanan azmettirici erhan tuncel cezaevinde tutuklu kaldığı süre içinde o kadar iyi beslenmiş ki ; boyu , kilosu ve sağlığı , onun gardiyan olma kriterlerine uygun duruma ulaşmasını sağlanmış . 2007'deki cinayetin ardından gülümseyerek türk bayrağı önünde karakolda verilen ogün samast'la samimi hatıra pozları bu işin ne kadar derinlerde bir yerde olduğunu kanıtlar cinsterndi . bu cinayetin başka kollarca yapıldığını ispat edercesine yakalanan erhan t. cezaevinde tutuklu kaldığı süre içinde , yalnızca iyi beslenmekle kalmayıp , gardiyan olabilmesi için gerekli eğitim ve öğretim bilgisi de kendisine sunulmuş görünüyor . bunun sonucunda erhan t. gardiyan olma pozisyonuna gelirse , bir bakıma devlet memurluğunu da gayriresmi durumdan resmi duruma getirmiş olacak . katilleri davul ve zurna , film teklifleri ile karşılayanların diyârı olan türkiye'deki katilseviciler bu işe sevinirken ; bu durum birçok insanı da şaşkına çevirdi .


sunu : proleter balık

1 Şubat 2010 Pazartesi

türkiye postası...





vassilissa malygina...

... özellikle son sözü vasya'ya acı veriyordu . bir çocuk yapmayı hiç düşünmemişti ama ona bu sevinci tattırmayı da çok isterdi . olmuyordu ! hamile kalamıyordu !.. başkaları çocuk yapmaktan kendilerini nasıl koruyacaklarını bilemez ve buna üzülürken ; vasya'ya annelik sevinci esirgenmişti .
doktor ''kansızlıktan'' demişti .

vladimir vasya'ya keyiflendirmeye niyetlenmiş , tiyatro için bilet bulmuştu . vasya konuştukları saatte eve geldi . vladimir ayna önünde durmuş süsleniyordu . güzel giyinmişti . tekrardan ''beyefendi'' gibi görünüyordu . vasya güldü , ona takıldı ve güzel kocasını sevdi . ''peki sen ne giyeceksin? hiç pazar günü kıyafetin yok mu?'' vladimir meraklı gözlerle baktı .

vasya güldü . pazar günü kıyafeti de neydi öyle ? herhalde amerika'da insanlar böyle temizlenip , her gün için hangi giysiyi giyeceklerini düşünürlerdi . vasya temiz bir bluz ve volodya'nın getirdiği yeni çizmeleri giyecekti . bütün süsü bu kadarcıktı .

vladimir (volodya) suratını astı , yüzünde kötü bir ifade oluştu . vasya tedirginleşti .

- ''sanıyo musun ki tiyatroda insanlar sadece ayaklarına bakacak ve üzerine çuval bile giysen olur ?''
- ''neden böyle kızdığını anlamıyorum volodya''
- ''bu düzen yandaşlarına insan nasıl kızmaz ?''
''hapishanedeki gibi bir yaşam getirdiler : hiçbir eğlence , hiçbir düzenli evin ; hiçbir doğru-dürüst elbisen yok . insan senin yanında sanki bir kafesteymiş gibi yaşıyor , su içip üstünkörü bir şeyler yiyiyor ; kaba saba elbiseler giyiniyor... ben amerika'da işsizken bile bundan daha iyi yaşamıştım''
- ''ama insan herşeye bir anda sahip olamaz ! içinde yaşadığımız yıkıntıyı sen de biliyorsun''
- ''senin yıkıntından bana ne ! ne biçim örgütleyiciler bunlar ! herşeyi yakıp yıktılar , şimdi birileri yeniden kurmak isteyince bağırıyorlar : siz burjuva olmak istiyorsunuz ! geriye !..
hayır siz yaşamayı bilmiyorsunuz ! herşey bundan bozulup dağılıyor . ben devrimi böyle bir yaşam sürmek için yapmadım !''
- ''ya , demek ki biz devrimi kendimiz için yaptık öyle mi?''
- ''peki ya kimin için?''
- ''herkes için''
- ''burjuvalar için de mi?''
- ''ne saçmalıyorsun ? elbette burjuvalar için değil , proleterya için , işçiler için !''
- ''peki sence biz neyiz ? biz işçi , proleter değil miyiz?''

tartıştılar , tartıştılar... az daha tiyatroya geç kalıyorlardı . sokaklardan , ilkbahar çamurunun içinden geçerek gidiyorlardı . vladimir önde , hiç ağzını açmadan , geniş adımlarla yürüyordu . vasya onu izlemekte güçlük çekiyordu . ''böyle koşma volodya , nefes nefese kaldım''

öfkeli biçimde durdu ve bekledi . şimdi daha yavaş yürüyordu ama suskunluğu sürüyordu . tiyatroda vladimir tanıdıklarıyla karşılaştı . perde arasını onlarla birlikte geçirdi . vasya yalnız başına oturmak zorunda kaldı . tiyatroya gelmiş olmaktan hiçbir sevinç duyamamıştı . ne içindi bu yitirilmiş akşam ? bu yüzden yarın iki kat fazla çalışması gerekiyordu .

vladimir'in yolculuğundan kısa bir süre önce kongre başladı . delege olmamasına rağmen vladimir de katıldı . yoğun ve ateşli tartışmalar oldu . fraksiyonlar oluştu . vladimir vasya'nın tarafındaydı , bütün gücüyle onların fraksiyonundan yana tavır alıyordu . tanıdıklarıyla , arkadaşlarıyla yitirecek zamanı yoktu artık . vasya ile vladimir arasından su sızmıyordu ...


''işçi arıların aşkı'' adlı kitaptan
''alexandra kollontai''

birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...