26 Aralık 2009 Cumartesi

hangi günü gördün akşam olmamış...

beynimizin yeniliklere ve değişime ne kadar açık olduğunu düşünürsek düşünelim hepimizin dokunulmaz kıldığı , tabulaştırdığı bir şeyler vardır mutlaka . benim çok var örneğin . en çok onlara gereksinim duyduğumdan olacak , yaşam denilen çok bilinmeyenli yolculukta önümü aydınlatıp ; düşlerimi körükleyenleri kutsarım en çok . dokunulmaz kılarak adeta kutsadıklarımdan biri de ''ruhi su''dur .
dinleyenler çok iyi bilir : anadolu türkülerini kendine özgü yorumuyla gürül gürül söyleyen bir sestir ruhi su . benim kuşağımdaki birçok insan gibi bugün artık popa evrilmiş ''aranjman'' denilen başka hayatların seslerine kulağımı tıkayıp , gönlümü türkülere açmışsam ruhi su'nun görklü sesinin bunda payı çoktur kuşkusuz...

öylesine yiğit , öylesine acılı , öylesine hüzünlü , öylesine yürekli ve hepsinden önemlisi öylesine umut dolu söylerdiki türküleri ; onu dinledikçe insan olduğumu iliklerime kadar duyumsar , başkalaşırdım . onunla birlikte söylerdim çoğu zaman :

''ne güzel bir dünya bu dünya
iyi ki geldim''

bir başka dokunulmazım ''hasan hüseyin'' , bu yüzden :

''...ruhi su söylüyor gecede
masalar , sandalyeler söylüyor
duvarlar , duvarlarda tablolar
tablolarda renkler , özler , biçimler
çiçekler , avizeler , süsler söylüyor...''

diye başlayan bir şiirini ;

''yeter artık hey ruhi su
mendil değil bu yürek bu
götürmez bunca coşkuyu
sıkılmış yumruk yumruk
düşmüş caddeye
orman orman söylüyor''

diyerek bitirir...

hasan hüseyin'e ''götürmez bunca coşkuyu'' dedirtecek kadar büyük bir coşkuyu ''erkan oğur'' ve ''ismail hakkı demircioğlu''nu dinlerken ben de yaşadım geçtiğimiz günlerde . anadolu'nun bütün renklerini , bütün seslerini , bütün dillerini , kabına sığmaz sevdaların coşkusuna , ayrılıkların iç yakan hüznüne yükleyerek getirdiler o akşam ; taşıması zor bir yük olarak yüreğime teslim ederek çekip gittiler sessizce . kâh kopuzun , perdesiz gitarın ; kâh curanın kâhsa divan sazının sesiyle anadolunun coşkun ırmaklarında yıkandı ruhum , yundu , arındı . kirinden arınmış bir yürekle yeğinleşerek döndüm evime...

''pir sultan''dım o akşam . divâne bir gönülle ''kızılırmak'a gark olup , çağladım aktım yalınız'' çıktım karadeniz'e , laz takalarıyla mermi taşıdım karşıdaki dost elinden . eşref'in yaralarından akan kana karıştı gözyaşlarım . durmadım , divâne âşık gibi dolandım yollarda . vardım anadolu bozkırına , erenlerin postuna bağdaş kurdum . bir de onların bilgelik dolu sözlerinden dinledim hayatı ve âşkı . bu hâli kör olanlar göremezdi elbette...

usul usul , adeta fısıldar gibi , içe dokunan bir ses ve kırık bir ezgiyle bir harput türküsü yükseldi gecede :

''vardım kiliseye haç suda döner
ahçik'i kaybettim yüreğim yanar
ben dinen dönersem el beni kınar
serimi sevdaya salan o ahçik''

yüreğimi bu hüzün seline teslim edip , gözümü yumdum ve anadolu'yu oluşturan gökkuşağının en sahici renklerinden biri , sevgili ''hrant dink''i düşündüm türkü boyunca . yüreğimin derinliklerinde gözelenen bir ırmağın yürüyerek gözlerimden döküldüğünü hissettim o an . o aydınlık yüzlü adamın kalın kaşlarının altındaki gülen gözleri , içimi üşüten bir fırtınaya dönüştü . gözyaşlarım içime akarken ''kul hüseyin''in sesi yükseldi derde derman olarak :

''hangi günü gördün akşam olmamış''

türkü aralarında , son derece nüktedan bir dille erkan oğur konuştu zaman zaman . kederli türkülere mekân durmuş bir sesin , hemen ardından nükteli bir dile dönüşmesi beni şaşırttı doğrusu . hüzün ile umudun ; sıla ile gurbetin ; ayrılıkla kavuşmanın bu kadar iç içe geçtiği bir kültürde , kederle nüktenin de birbirine bu derece içkin olmasında şaşılacak bir şey yoktu aslında . insan denilen varlık , diğer tüm canlılardan daha farklı olarak , ucu bucağı olmayan bir sonsuzluğun da adı aynı zamanda .

''erenlerin çoktur yolu
cümlesine dedik beli
gören bizi sanır deli
usludan yeğdir delimiz''


türküsünü yakan bir kültürden sözediyorduk ayrıca...

erkan oğur ve ismail hakkı demircioğlu ,anadolu denen çiçek bahçesinde nasıl da varsıl bir kültürle yoğrulduğumuzu bir kez daha duyumsattı bizlere o akşam . duyumsattıklarından biri de yabanıl maviden , gülkurusuna ; çingene pembesinden solgun sarıya kadar tüm renklerin yaşatılmasının nasıl da yaşamsal önemde olduğuydu elbette...

''bu ne biçim düzen hey bekleroğlu
öfkesi sesinden büyük
sesi ününden kocaman ruhi su'yu
şu benim her dalı bin dert açan çıraçakmak ülkemde
istanbul sosyetesi alkışlar
gelin canlar bir olalım''


''dülger balığı''

Hiç yorum yok:

birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...