birden gözlerimi açınca yine aynı yatakta ve yine aynı dünyada olduğumu anlayarak kalktım düşümden... bir türlü çözemiyordum , acaba hayat düşlerimizden mi ibaret yoksa yaşadığımız şeyler mi gerçekten bizim hayatımız… belki de gerçek olan sadece düşlerimizdi…
işte yine o sabah aynı garip düşüncelerle kalkıp ustamın yanına gitmek için hazırlanmaya başladım... güzel bir balık avı için sabahın bu erken saatleri oldukça ideal ..yanıma her zamanki eşyaları alarak çıktım evden... ustam uyandığımda evde değildi... bazı akşamlar sahilde sanki denizden biri gelecekmişçesine gözlerini dikip saatlerce beklerdi... böyle akşamların sonu genelde sandalda serin bir uykuyla biterdi yaz aylarında... yine öyle bir akşamın sabahıydı bugün...
ustamı tanıyalı henüz bir-bir buçuk ay olmuştu... sahilde yarı aç dolaştığım günlerin sonu olmuştu onunla tanışmam... onun yanında çalışıp onun yalnızlığını paylaşıp onunla yemek yiyecektim artık... ve hayatımın belkide büyük bölümünü onunla geçirecektim...
sandalın yanına geldiğimde onu her zamanki düşünceli haliyle ağları temizlerken buldum...
ve yeni doğan güneşin ışıldattığı bıyıklı suratına bakarak günaydın usta dedim...
o da hep aynı gülümseyişi,ağzında sigarasıyla elindeki ağları temizleme işine birkaç saniye ara vererek bana döndü ve günaydın evlat , hoşgeldin dedi...
ben sık sık bilmediğim ve merak ettiğim şeyler hakkında ustama sorular sorup duruyordum ..o da hiç sıkılmadan usanmadan , bildiği herşeyi paylaşmaktan büyük bir mutluluk alıyormuşçasına bana aktarırdı ..onunla her konuda konuşurduk... yeri geldiğinde düşlerimiz... yeri geldiğinde aşk... yeri geldiğinde eski yaşamlar... yeri geldiğinde de balıklar... ama o en çok balıklar ve denizden bahsederken heyecan içinde anlatırdı düşüncelerini... balıklar ve deniz hakkında o kadar güzel şeyler anlatırdı ki yıllarca baktığım deniz sanki başka bir deniz ; yıllarca adını duyduğum balıklar , sanki başka balıklardı... onun dilinden çıkan her kelime kendi anlamından bambaşka bir anlam taşıyordu sanki...
sandalla denize açıldığımızda dalgaların sandala çarpmasıyla çıkan seslere, ustamın mırıldandığı güzel bir ezgi eşlik ediyordu... söz yoktu... sadece insanın içine işleyen güzel bir ezgi... balıklar sanki bu ezgiyi duyup bizim ağlarımıza takılıyorlardı öleceklerini bile bile... belki de balıklar , ölümün en güzeli buydu diye düşünüyorlardı diye kendimi avutuyordum kendimce...
bir yandan güneşin ışıltısı , bir yandan sandala vuran dalga sesleri bir yandan tenekenin içinden zıplayarak sandala atlayan balıkların sesi eşliğinde ilerlerken ; ustam ve ben balıkları avlamanın hüznü içine düşmüştük sanki... balıkları yakaladığız için sevinmemiz gerekirdi... akşam yemeğimiz çıkmıştı aslında... ama ikimizin de gözlerinden okunan garip bir hüzün kaplamıştı bulunduğumuz ortamdaki havayı... ve birden gözlerimin önünde canlandı , ustamın balıkları yakalarken gözlerinden akan yaşların denizin tuzlu suyuna karıştığı an...
kıyıya vardığımızda yaptığımız ilk şey balıkların bir bölümünü yemek için ayırmak oldu . yarın sabah ve bu akşam için yeterince balık ayırdık kendimize . balıkların diğer kısmını ustam götürüp pazarda satacaktı . birkaç kuruş kazanmak için . akşam güneş battıktan epey sonra kapı açıldı ve ustam içeri girdi . ona nerde kaldığını sormak istedim ama sormadım... çünkü nerede olduğu biliyordum . eminim yine sahilde güneş batana dek dolaşıp durmuştur...
ben balıkları hazırlamıştım... ustam da gelince yemeğe başladık... ve ben çekinerek de olsa sordum ustama... neden bazı akşamlar güneş batana dek sahilde birini beklermiş gibi dolaşıyorsun diye... ustam yemeğini yerken birden duraksadı... evet birisini bekliyorum dedi... ben merakla ilgi odağımı bu sözlere çevirmiştim... kim gelecekti... nereden gelecekti... bir türlü anlayamıyordum...
ve ustam anlatmaya başladı... bak evlat... biliyorsun... yaşadığımız bu koyun adı aşıkyutan koyu... bunun bir hikâyesi var, yemeğimiz bitince anlatacağım sana... bu sözü duyar duymaz heyecan içinde yemeğimi yemeğe başladım... bir an önce yemek işini bitirip bu hikâyeyi dinlemek istiyordum...
yemek bitmişti... odamız mum ışığının ve dışardan gelen ağustos böceklerinin sesleri içinde tılsımlı bir havaya bürünmüştü... ve ustam bundan yıllar önce diyerek söze başladı... evet evlat bundan yıllar önce bir rivayete göre kıyının açıklarında görünen o ufak kayalıklarda , sahilde dolaşan erkekler bir denizkızı gördüklerini sanıp kendilerini denizin tuzlu sularına atıp kayalıklara doğru yüzmeye başlarlarmış... ben de birden araya girerek sordum ustama... usta gerçekten orada bir deniz kızı varmıymış... oraya yüzenler döndüklerinde ne anlatmışlar usta dedim... söylentiye göre upuzun sapsarı saçları olan birisi görünüyormuş evlat... ama ne yazık ki oraya yüzenlerden hiçbiri geri dönememiş... ve bundan dolayıdır ki bu koyun adı o gün bugündür aşıkyutan koyu olmuştur...
ve ben öylece kalakalmıştım... insanın buna inanması çok güç diye düşündüm bir an... ama bazen insan inanmak istiyor bazı şeylere... ve bu da böyle birşeydir sanırım dedim kendi kendime . ve sonra ustama dönerek sordum hemen... peki usta sen inanıyormusun bu söylentiye ?...
ama ustam baş parmağı ve işaret parmağını arasında sıkıştırak mum ışığını söndürünce... anladım konuşmak istemediğini ve bir rüyadan uyanır gibi kalkarak sofradan yatağıma doğru gittim... yarın yine erken kalkıp balık avına çıkacaktık çünkü...
ve aylar su gibi akıp geçtiğinde... ve hayatımızı denize borçlu sürdürürken... herşeyi denize ve balıklara bağlı olan bir insan olarak ustam da sonunda kendini denize adadı... yine akşam yemeğini hazırlayıp onu beklemeye başlamıştım ama güneş battığı hâlde gelmedi... hemen sandalın yanına gitmeye karar verdim... sandala ulaştığımda... ustamın orada olmadığını gördüm... sandalın içinde bir kağıt vardı.. hemen alıp onu okumaya başladım...
kağıtta bir şiiri andıran kısa bir yazı vardı :
yıllardır bekliyordum seni göreceğim günü...
denizdeki balıkların en güzeli...
tuzlu saçlarını okşamak
hiç konuşmadan sessizce bakmak gözlerine...
ve şimdi adıyorum sana kendimi...
denizdeki balıkların en güzeli...
''proleter balık''
işte yine o sabah aynı garip düşüncelerle kalkıp ustamın yanına gitmek için hazırlanmaya başladım... güzel bir balık avı için sabahın bu erken saatleri oldukça ideal ..yanıma her zamanki eşyaları alarak çıktım evden... ustam uyandığımda evde değildi... bazı akşamlar sahilde sanki denizden biri gelecekmişçesine gözlerini dikip saatlerce beklerdi... böyle akşamların sonu genelde sandalda serin bir uykuyla biterdi yaz aylarında... yine öyle bir akşamın sabahıydı bugün...
ustamı tanıyalı henüz bir-bir buçuk ay olmuştu... sahilde yarı aç dolaştığım günlerin sonu olmuştu onunla tanışmam... onun yanında çalışıp onun yalnızlığını paylaşıp onunla yemek yiyecektim artık... ve hayatımın belkide büyük bölümünü onunla geçirecektim...
sandalın yanına geldiğimde onu her zamanki düşünceli haliyle ağları temizlerken buldum...
ve yeni doğan güneşin ışıldattığı bıyıklı suratına bakarak günaydın usta dedim...
o da hep aynı gülümseyişi,ağzında sigarasıyla elindeki ağları temizleme işine birkaç saniye ara vererek bana döndü ve günaydın evlat , hoşgeldin dedi...
ben sık sık bilmediğim ve merak ettiğim şeyler hakkında ustama sorular sorup duruyordum ..o da hiç sıkılmadan usanmadan , bildiği herşeyi paylaşmaktan büyük bir mutluluk alıyormuşçasına bana aktarırdı ..onunla her konuda konuşurduk... yeri geldiğinde düşlerimiz... yeri geldiğinde aşk... yeri geldiğinde eski yaşamlar... yeri geldiğinde de balıklar... ama o en çok balıklar ve denizden bahsederken heyecan içinde anlatırdı düşüncelerini... balıklar ve deniz hakkında o kadar güzel şeyler anlatırdı ki yıllarca baktığım deniz sanki başka bir deniz ; yıllarca adını duyduğum balıklar , sanki başka balıklardı... onun dilinden çıkan her kelime kendi anlamından bambaşka bir anlam taşıyordu sanki...
sandalla denize açıldığımızda dalgaların sandala çarpmasıyla çıkan seslere, ustamın mırıldandığı güzel bir ezgi eşlik ediyordu... söz yoktu... sadece insanın içine işleyen güzel bir ezgi... balıklar sanki bu ezgiyi duyup bizim ağlarımıza takılıyorlardı öleceklerini bile bile... belki de balıklar , ölümün en güzeli buydu diye düşünüyorlardı diye kendimi avutuyordum kendimce...
bir yandan güneşin ışıltısı , bir yandan sandala vuran dalga sesleri bir yandan tenekenin içinden zıplayarak sandala atlayan balıkların sesi eşliğinde ilerlerken ; ustam ve ben balıkları avlamanın hüznü içine düşmüştük sanki... balıkları yakaladığız için sevinmemiz gerekirdi... akşam yemeğimiz çıkmıştı aslında... ama ikimizin de gözlerinden okunan garip bir hüzün kaplamıştı bulunduğumuz ortamdaki havayı... ve birden gözlerimin önünde canlandı , ustamın balıkları yakalarken gözlerinden akan yaşların denizin tuzlu suyuna karıştığı an...
kıyıya vardığımızda yaptığımız ilk şey balıkların bir bölümünü yemek için ayırmak oldu . yarın sabah ve bu akşam için yeterince balık ayırdık kendimize . balıkların diğer kısmını ustam götürüp pazarda satacaktı . birkaç kuruş kazanmak için . akşam güneş battıktan epey sonra kapı açıldı ve ustam içeri girdi . ona nerde kaldığını sormak istedim ama sormadım... çünkü nerede olduğu biliyordum . eminim yine sahilde güneş batana dek dolaşıp durmuştur...
ben balıkları hazırlamıştım... ustam da gelince yemeğe başladık... ve ben çekinerek de olsa sordum ustama... neden bazı akşamlar güneş batana dek sahilde birini beklermiş gibi dolaşıyorsun diye... ustam yemeğini yerken birden duraksadı... evet birisini bekliyorum dedi... ben merakla ilgi odağımı bu sözlere çevirmiştim... kim gelecekti... nereden gelecekti... bir türlü anlayamıyordum...
ve ustam anlatmaya başladı... bak evlat... biliyorsun... yaşadığımız bu koyun adı aşıkyutan koyu... bunun bir hikâyesi var, yemeğimiz bitince anlatacağım sana... bu sözü duyar duymaz heyecan içinde yemeğimi yemeğe başladım... bir an önce yemek işini bitirip bu hikâyeyi dinlemek istiyordum...
yemek bitmişti... odamız mum ışığının ve dışardan gelen ağustos böceklerinin sesleri içinde tılsımlı bir havaya bürünmüştü... ve ustam bundan yıllar önce diyerek söze başladı... evet evlat bundan yıllar önce bir rivayete göre kıyının açıklarında görünen o ufak kayalıklarda , sahilde dolaşan erkekler bir denizkızı gördüklerini sanıp kendilerini denizin tuzlu sularına atıp kayalıklara doğru yüzmeye başlarlarmış... ben de birden araya girerek sordum ustama... usta gerçekten orada bir deniz kızı varmıymış... oraya yüzenler döndüklerinde ne anlatmışlar usta dedim... söylentiye göre upuzun sapsarı saçları olan birisi görünüyormuş evlat... ama ne yazık ki oraya yüzenlerden hiçbiri geri dönememiş... ve bundan dolayıdır ki bu koyun adı o gün bugündür aşıkyutan koyu olmuştur...
ve ben öylece kalakalmıştım... insanın buna inanması çok güç diye düşündüm bir an... ama bazen insan inanmak istiyor bazı şeylere... ve bu da böyle birşeydir sanırım dedim kendi kendime . ve sonra ustama dönerek sordum hemen... peki usta sen inanıyormusun bu söylentiye ?...
ama ustam baş parmağı ve işaret parmağını arasında sıkıştırak mum ışığını söndürünce... anladım konuşmak istemediğini ve bir rüyadan uyanır gibi kalkarak sofradan yatağıma doğru gittim... yarın yine erken kalkıp balık avına çıkacaktık çünkü...
ve aylar su gibi akıp geçtiğinde... ve hayatımızı denize borçlu sürdürürken... herşeyi denize ve balıklara bağlı olan bir insan olarak ustam da sonunda kendini denize adadı... yine akşam yemeğini hazırlayıp onu beklemeye başlamıştım ama güneş battığı hâlde gelmedi... hemen sandalın yanına gitmeye karar verdim... sandala ulaştığımda... ustamın orada olmadığını gördüm... sandalın içinde bir kağıt vardı.. hemen alıp onu okumaya başladım...
kağıtta bir şiiri andıran kısa bir yazı vardı :
yıllardır bekliyordum seni göreceğim günü...
denizdeki balıkların en güzeli...
tuzlu saçlarını okşamak
hiç konuşmadan sessizce bakmak gözlerine...
ve şimdi adıyorum sana kendimi...
denizdeki balıkların en güzeli...
''proleter balık''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder