27 Mayıs 2009 Çarşamba

gördüğün düş değil , bu kıyıda yaşıyorum ben halâ...

acılık'tan biraz aşağıya inerseniz , ağaçtan yıldızlar dökülüyor gibi mimozalar çıkar karşınıza . buralar bakıp da görebileceğiniz kadar yeşildir . devlet hastanesinden , soğuksu'nun başladığı terakki mahallesinden itibaren beyaz badanalı , tek katlı , kırık kiremit çatılı , bacaları tüten evler karşılar sizi . ayağı çıplak , yüzü kirli çocuklar ; yokuşun sonuna dek bir topun peşinden koştururlar . bir türlü ısınmayan , kırık pencereleri nedeniyle sürekli hava akımına maruz kaldığı halde , yine de rutubetli olan evlerin çocukları bunlar ... gece , yatağınız ıslak gibi soğuktur . site'den üniversiteye dek , gelişmekle gelişmemek arasında sıkışıp kalmış bir ülkenin , saçma sapan mimarisini görürsünüz daha sonra . tuhaf renkli , yüksek beton yığınlarını ...
çarşıya inerseniz eğer , çarşıyı ortadan ikiye bölmüş tren raylarını farkedersiniz hemen . bu trenler , üzerlerinde ''cevher'' yazan , kömür vagonlarını barındırırlar . gün içinde tren sesleri , insan seslerine karışır . küçük kızıl bayraklar caddeyi kapatır ve yük trenlerine izin verir insanlar, geçip gitmesi için . sabah sahilde kahvaltı yapmanızı tavsiye ederim . sahile inerken her bir merdivende daha bir denize bulaşırsınız . ağ toplayanları , elbetteki martıları ve balıkçı kedilerini de farkedersiniz .
sahilden soğuksu'ya uzanan bir lavvuar vardır . yavaş yavaş yok edilen , fakat bütün bütün bilinçsizleştirilen bir halkındır bu lavvuar. ''tekel tekel'' (pardon , teker teker olacak ! ) özelleştirilen maden ocaklarıyla , ölüme terkedilen bir kömür arındırma-yıkama tesisidir burası . şimdilerde sadece, buruk ve yalnız kalmış , etrafı moloz yığını ile çevrili üç kulesi vardır . bu kentte yaşayanlara ''kıvırcık'' denilirmiş . yine bu kentin bir yazarı olan kadir tuncer'in ''aguilla , barbara , kıvırcık'' adlı kitabında yaptığı araştırmada bu ad hakkında , halk arasında ; maden ocaklarında ağaç diplerinde kıvrılarak yatmış olan kişilere ''kıvırcık'' denildiğini ve küçümsendikleri vurglanmış olsada , aslında bu adın bu kentin ; kıvrak dansları ve haksızlığa boyun eğmeyen kararlı , isyankâr kişilikleri ile , köçeklere yakıştırıldığını belirtmişlerdir.
son zamanlarda yeni bir isim daha bulundu . fakat bu defa lavvuarı yıktırmayan kentlilere takıldı bu ad . ''köt'' denildi onlara . yani ''kentini önemseyenler topluluğu'' şaka bir yana , bu ismi yakıştıranlar pek de iyi niyetli insanlar değildi . ve köt ''kentin önünü tıkayanlar'' anlamına geliyordu . işte tam bu sırada deniz kömüre karışır .
sonra kömüre alışan denize , her sabah bir yük gemisi , kocaman oturuverir . bir o güvertede çalışanları , bir de maden işçilerini pek göremeyiz bizler . gemi bir gelir bir gider . maden işçileri ise , bizim bastığımız toprağa gökyüzü derler çünkü onlar bize bir efsane gibi anlatırlar bunu . ben de baretleri ve çizmeleriyle bir gün , fenerleriyle yarınlarda bir günü bulup aydınlatacaklarına inanırım ...

deniz feneri'ni merak ederseniz yeniden yukarıya çıkmanız gerekecek . çıktıkça bahçeli , rutubetsiz ve pahalı evleri göreceksiniz . geçiniz onları , fenere geliniz . bir de baharsa geldiğiniz mevsim , denizle birlikte bahar çiçeklerini taşıyan rüzgarı dinlersiniz. fenerden sonrasını merak ediyorsanız gardan bir tren bileti almanız gerekecek. bir tünelden girip , bir tünelden çıkarak görünen tüm tepeleri gezebilirsiniz .
esmer insanları ve evlerini toprağa , topluiğne ile tutturmuş gibi yaşayan insanların bir başka şehri vardır sonra . duvarda kocaman yazılıdır : ''ikinci makas'' . burada birgün bir çingene günü kadardır . sizin kol saatiniz çalışmaz burada . fakat bu şehirde yaşadığınıza emin olamazsınız hiçbir zaman . tv programlarında , kitaplarda , dizilerde , hatta şehir rehberlerinde bile geçmez bu şehrin adı . ben , sırf bu kıyıda yaşadığıma ; bu yaşadıklarımın hayal olmadığına inanmak için , hiç de ilgimi çekmese de , hava durumunu izlerim . bu şehrin adı geçtiğinde ''oh be'' derim , ''hayal değilmiş yaşadıklarım'' ...

ama bir konu var biraz canımı sıkan . bu kentte yaşayanlar , bir avuç toprak görseler hemen kara lahana ekiyorlar . sanki başka hiçbir şey yeşertmez , açtırmazmış gibi bu verimli topraklar . ben de gece olunca sessizce bir gül fidanı dikerim toprağın koynuna . mayıs sonlarına kadar açacaklarına inanarak .
gün biter . muhtemelen rutubetli bir eve gelirsiniz . birgün kıyının yaralarınızı saracağına inanarak , bu şehrin size verdikleriyle yeni bir güne dek uyursunuz .

not : yazıda bu şehrin adı hiç geçmedi . hangi şehirden bahsettiğimi merak ediyorsanız , açıklamak için bir şartım var arkadaşlar . o da : benimle birlikte gelip bir gece sessizce , bir gül dikmelisiniz , kara lahanaların arasına.


''lepistes''

Hiç yorum yok:

birleşin...

çıktı bir gün bir aydın sakalları arasında saklanmış ağzıyla konuştu işçilerle anlattı gerçeği dedi ben memnunum hâlimden ama üzüyor beni s...