biz bu sonbaharın üşütmeye başlayan soğunu ısıtmaya geldik . kaybettiğimiz dostluğu tekrar toprağa ekmek için ,sevdalanmak için ve düşen her bir yaprağa umudu yazmak için geldik
''yine , yeniden ''
acılar içindeydik. yılgınlık , bunalım iyiden iyiye içimize işlemişti. yalnızdık. bölüşecek bir şeyimiz yoktu .
şiirler teker teker gözaltına alınıyordu. şairlerden haber yoktu . öyküler çoktan kurşuna dizilmişlerdi . mektuplar susmuş , postacılar grevdeydi . tiyatrolar toplama kamplarına dönüştürülmüştü . oyuncular sürgün edilmişlerdi . sinemalardan perdeler sökülmüş , insanlığın aydınlık yüzüne örtülmüştü...
sanat ve edebiyatın ayaklarına prangalar bağlanmıştı . insanlığın gözlerine mil çekilmiş , ortaçağ şatolarının zindanları büyük törenlerle açılır olmuştu . insanlar , insan olma hayallerinden uzaklaştırılmışlardı .
sancılar içindeydi yaşam . sahip olmak , tüketmek , erdem haline dönüşmüştü . kolay yoldan köşeyi dönmek ,tek yaşam biçimi kabul edilmişti .
tam da böyle bir dönemde güzün kızıllığı uyandırmıştı bizi uykumuzdan . silkindik örümcek ağlarından , içimizde tutsak yaşayan sanatı ve edebiyatı esaretten kurtarmak için düştük yola ; yeni bir yaşama , yeni bir insana giden yola ..
biliyoruz kolay değil bu yola düşmek . ve yine biliyoruz ki bu yol şiirlerden geçecek . hikayeler karşılayacak bizi mola yerlerinde . derken , adresine hiç ulaşmamış mektuplar haritamız olacak . bu yol bizim olacak ...
yemeden , içmeden yollardayız ..bölüşmek için hayatı .
ağıtlarımız serçelerin kanatlarında . düşen sonbahar yaprakları , iskeleden ayrılan vapurlar , martılar , isyan , aynılaşma korkusu ve düşlerimiz aynı kuşun kanatlarında .
yollardayız ...
geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri
suyun ayakları olmuştur ayaklarımız
ellerimiz ;
taşın toprağın elleri .
''adnan yücel ''
işsizliğin ve yoksulluğun artmasıyla toplumsal çürümenin , linçlerin yaşandığı böyle bir dönemde düşler kurmaya çabalıyoruz . düşlerimiz ilk önce çocuklar için . portakalla tanışmamış çocuklar var . onlara portakal bahçelerini veriyoruz . sonra her sabah bir bardak sıcak süt . üşümüyor artık çocuklar . ölmüyorlar , oyuncak zannettikleri bombalar yüzünden ... sonra , düşlerden yeni bir dünya kuruyoruz ,
''havası ayrı hava ,denizi ayrı deniz ''...
''yemekli vagonda rakı'' içiyoruz sonra ...rayların üzerinde salıveriyoruz makineyi dünyanın bir ucundan öteki ucuna gidiyoruz . beraber olunca korkmuyoruz . şiire sarılıyor bir yanımız ; bir yanımız ise türkülere ...tüm dünya halklarının kardeş olduğuna inanıyoruz . derken , yaşlı , sakallı bir dede ortak oluyor düşlerimize ve şöyle diyor :
''dünyanın bütün işçileri birleşin ''
ve biz uyanıyoruz ...
ne yoksa odur deniz
bu denizde ne varsa balıktır
sandallar , gemiler bile
kuşlar , mavi yansımalar , gölgeler bile
deniz ,
kocaman bir balıktır
öteki denizlerle kucaklaşırken ,
birleşik bir balıktır .
''f.hüsnü dağlarca''
bütün acemiliklerimizle şişedeki balık'la açıldık denizlere . kimimiz hiç yüzme bilmiyordu . daha önce denizi görmeyenler bile vardı aramızda . derken azaldık kimi zaman . eleştiriler aldık . hiç üzülmedik . aksine , susmuş , susturulmuş insanları , konuşurken ( eleştirirken ) görmek bizi mutlu ediyordu ...
olmasını istediğimiz de tam buydu aslında . konuşacak bir şeyleri olmayanların ( olanların da neler konuştuğu ortadayken ) yüreğine şiiri bulaştırmaktı tek arzumuz . bulaşsın ki sevmeyi öğrensin , sevilmeyi de ...sonra da ,''aynı'' insanların daha duyarlı bir insan bedenine dönüşüp savaşlara , sömürüye karşı söylenen türküye eşlik etmelerini istedik . başka bir şey değil ...
bununla birlikte ilk defa bu sayıya farklı üniversitelerden arkadaşlar yazılarıyla destek verdiler . böylelikle , şişedeki balık ,anadolu'nun hiç denizi olmayan şehirlerine de ulaştı . anadolu kucakladı bizi . bizim de onu bırakmaya hiç mi hiç niyetimiz yok . dergi çalışmalarında emeği geçen tüm balık arkadaşlara teşekkür ederek , giriş yazısını da çok uzattığımın da farkına vararak hemen bırakıyorum kalemi elimden ...
''crispos japon balığı''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder