şişedekibalık ekibi , baharın da yaklaşmasıyla usulca bıraktı kendini denizlere. türkülerin sarhoşluğuyla ellerinde boya fırçaları, boyuyorlar bu mart ayını kocaman bir merhabayla…
insanların dinlerle, uluslarla bölündüğü bu dünya coğrafyasını daha yaşanılır kılacak bir düzenin satırları arasındayız.
cemrenin ağladığı o sabah ayazında, uzaklardan gelen küçücük güneşle yüzümüzü yıkadık. yüzlerimiz kızardı... gülmeye başladık... içimiz hiçbir yere sığamayacak kadar coşmuştu. koşmaya başladık düşlerimizin saklanbaç oynadığı 1848’lerin başına. orman , tuttu ellerimizden... bırakmasın istedik melih cevdet'ten, ilk defa yaptığımız uçurtmaları... bırakırlar mı hiç çingeneler sokakları.. ya sokak çalgıcıları ?...
o eski, o ahşap, o güneşten önce dönen yel değirmenleri ; çobanlardan kaçan kuzuların saklandığı bir masal kitabına dönüştü. herkes oradaydı. yalnızca horozlar ve tavuklar yoktu. bir de vapurun arkasında simitsiz kalan martılar... kaçtılar insanlardan, insanların grip olmayacağı bir yalnızlığa. kafka da gitti peşlerinden , bir turnaya dönüşmüştü bu defa. ama kırmızı başlıklı kızın babaannesi yalnız değildi artık. şimdi kediler de yalnız değil.çığlıklarla sevişiyorlar gecenin içinde. hiç sevişmemiş insanlara aşk mektupları yolluyorlar. mart ayını bizden sonra en çok onlar seviyor.
kazma ve kürekleri saklıyoruz kimse görmeden. kışa bırakmıştık yalnızlığı. sonra mayakovski usulca çekti tabancasını son oyunundan birkaç gün geçince... derken , nazım iki aylık oldu ...
çiçeklerimiz yeni doğan bir şairin heyecanıyla alanları süslüyor. mart ayında sesimiz biraz daha gür çıksın istiyoruz. savaşa girmek istemediğimizi milyonlarca insanın duyması için mart ayına sarılıyoruz. savaşa girmiyoruz. izin vermiyoruz buna. ıraklı çocuklara mektuplarla lunaparkın anahtarlarını yolluyoruz. dünyanın bütün emekçi kadınlarını selamlıyoruz ellerimizde karanfillerle. mart ayının ağlayan yüzüne gelecek güzel günlerin tohumlarını serpiyoruz. sonra değişmesini istedikleri dünyaya sevdalanmış öğrencileri unutmuyoruz, beyazıtın ortasında bıraktıkları yerde bir şiir okuyoruz onlara...
baharın özlemiyle beklerken görünmeyen silahların, anasının sütünden ayırdığı o küçük çocuğa sütten bir dünya kuracağımıza söz veriyoruz. o yer halepçe...
sonra newroz, bir serhildan, bir dağ yalnızlığına karşı halay...
üzerine şiirler yazılı kömürlerin ısıttığı sıcak bir sabah umuduyla yeni bir mevsime...
''şişedeki balıklar''
insanların dinlerle, uluslarla bölündüğü bu dünya coğrafyasını daha yaşanılır kılacak bir düzenin satırları arasındayız.
cemrenin ağladığı o sabah ayazında, uzaklardan gelen küçücük güneşle yüzümüzü yıkadık. yüzlerimiz kızardı... gülmeye başladık... içimiz hiçbir yere sığamayacak kadar coşmuştu. koşmaya başladık düşlerimizin saklanbaç oynadığı 1848’lerin başına. orman , tuttu ellerimizden... bırakmasın istedik melih cevdet'ten, ilk defa yaptığımız uçurtmaları... bırakırlar mı hiç çingeneler sokakları.. ya sokak çalgıcıları ?...
o eski, o ahşap, o güneşten önce dönen yel değirmenleri ; çobanlardan kaçan kuzuların saklandığı bir masal kitabına dönüştü. herkes oradaydı. yalnızca horozlar ve tavuklar yoktu. bir de vapurun arkasında simitsiz kalan martılar... kaçtılar insanlardan, insanların grip olmayacağı bir yalnızlığa. kafka da gitti peşlerinden , bir turnaya dönüşmüştü bu defa. ama kırmızı başlıklı kızın babaannesi yalnız değildi artık. şimdi kediler de yalnız değil.çığlıklarla sevişiyorlar gecenin içinde. hiç sevişmemiş insanlara aşk mektupları yolluyorlar. mart ayını bizden sonra en çok onlar seviyor.
kazma ve kürekleri saklıyoruz kimse görmeden. kışa bırakmıştık yalnızlığı. sonra mayakovski usulca çekti tabancasını son oyunundan birkaç gün geçince... derken , nazım iki aylık oldu ...
çiçeklerimiz yeni doğan bir şairin heyecanıyla alanları süslüyor. mart ayında sesimiz biraz daha gür çıksın istiyoruz. savaşa girmek istemediğimizi milyonlarca insanın duyması için mart ayına sarılıyoruz. savaşa girmiyoruz. izin vermiyoruz buna. ıraklı çocuklara mektuplarla lunaparkın anahtarlarını yolluyoruz. dünyanın bütün emekçi kadınlarını selamlıyoruz ellerimizde karanfillerle. mart ayının ağlayan yüzüne gelecek güzel günlerin tohumlarını serpiyoruz. sonra değişmesini istedikleri dünyaya sevdalanmış öğrencileri unutmuyoruz, beyazıtın ortasında bıraktıkları yerde bir şiir okuyoruz onlara...
baharın özlemiyle beklerken görünmeyen silahların, anasının sütünden ayırdığı o küçük çocuğa sütten bir dünya kuracağımıza söz veriyoruz. o yer halepçe...
sonra newroz, bir serhildan, bir dağ yalnızlığına karşı halay...
üzerine şiirler yazılı kömürlerin ısıttığı sıcak bir sabah umuduyla yeni bir mevsime...
''şişedeki balıklar''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder